Mana-i Harfi
Risale-i Nur: Tahavvülat-ı Zerrat Şerhi-2
Sebe’ Sûresi
“Tahavvülat-ı zerrata dair” ibaresi ile başlayan İkinci Maksad’ın takip eden cümlesi; “Şu ayetin hazinesinden bir zerreye işaret edecektir.” şeklinde devam etmekte ve bunu Sebe’ Suresi’nin üçüncü ayeti takip etmektedir. Bu ayetin meali şöyledir: “İnkar edenler ‘kıyamet başımıza gelmez’ derler. Sen de ki, evet gaybı bilen Rabbime yemin olsun ki, başınıza gelecektir. Ne göklerde ne de yerde zerre kadar bir şey ondan uzak kalamaz; bundan küçük veya büyük ne varsa her şey apaçık bir kitapta yazılmıştır.” Sanki Otuzuncu Söz bu ayetin kurgusuna benzer bir yol takip etmektedir.
İnsanın en zayıf noktası olan benlik, kendinde güç olduğu vehmiyle, Yaratıcısına isyan etmeyi; ben, eşya ve tabiata güç vermeyi, bunları ezelileştirip ölümsüzleştirmeyi arzulamaktadır. İnkar edenlerin “kıyamet başımıza gelmez” cümlesi belki bu açıdan önem kazanmaktadır. Zerrenin idraki ile ve Kadir-i Külli Şey’in, Alim-i Külli Şey’in her şeye nüfuzunun ortaya konması, insanda ben’i, kainatta tabiatı tar u mar etmektedir. Otuzuncu Söz de bu manaya uygun olarak, “Ene” ve “Zerre” sıralaması ile yazılmıştır. Gerçekten benliği güçlendirmek, Yaratıcıya isyan etmek, maddeyi güçlendirmek gayreti üzerinden yürütülegelmiştir. Determinizm, Pozitivizm, Darwinizm gibi akımlar, bu gayretin ürünü olarak ortaya çıkmışlardır. Maddeye, onun ezeli olabileceği fikrine en büyük darbe ise zerre ve onunla ilgili araştırmalar tarafından vurulmuştur. Bilimin, Pozitivizmin hükümranlığı 1900’lerde gelişmeye başlayan ve maddenin en küçük yapı taşını bulmaya yönelik gayretlerin cereyan ettiği Quantum Fiziği, Quantum Mekaniği gibi yeni gelişmelerle sona ermiştir. Bu alandaki gelişmeler, maddenin ezeli ve katı olmadığını pek çok fizikçinin ifadesi ile varlığın adeta ensiz, boysuz, ağırlıksız, hayali varlıklar üzerinde inşa edildiğini ortaya koymaktadır.
Bu açıdan bakıldığında Sebe Suresinin varlık ve Yaratıcı arasındaki bağlantıyı idrak ettirmek yolundaki çarpıcı ifadeleri daha net anlaşılır. Surenin özellikle ilk üç ayeti, Yaratıcı Kudret’in kainatın, varlık aleminin en derununa nüfuzunu ortaya koyan ifadelerle bezenmiştir. Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın, Hak Dini, Kur’an Dili isimli tefsirinde bu surenin Kur’an’da hamd ile başlayan beş sureden biri olduğu ifade edilmektedir. Daha sonra Razi’nin bu durumun sebebini ortaya koymaya yönelik şu cümlelerine yer verilir: “Bunun hikmeti şudur; Allah Tealanın nimetleri pek çok ve bizim saymaya gücümüz olmamakla beraber, esas itibariyle iki kısımdır. Birisi icad nimeti, birisi de ibka (devamlı, sürekli kılma) nimetidir. Çünkü Allah Teala bizi evvela rahmetiyle yaratmış ve bizim için durabileceğimiz şeyler de yaratmıştır. Bu nimet bir de yeniden iade edilecektir.”
Razi’nin bu ifadeleri Bediüzzaman’da ibda ve inşa şeklini almış, zerreler ile izah edilen alemin anlık yaratılması ve sürekliliği bu kavramlarla ortaya konmuştur. Haşir ise yine bu zerreler aleminin çizdiği tablonun bekaya mazhariyetini izah eden Risale-i Nur’un dört temel esasından biridir. Bütün bunlar nimetlerin, rızkın, yaşadığımız her türlü güzelliğin esasını teşkil etmektedir. Surenin birinci ayeti, “Hamd göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi kendisinin olan Allah’adır. Ahirette de hamd onundur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.” şeklindeki ifadeleri ile kudret ile Kainat arasındaki ilişkiyi ortaya koyarken, bağlantıların direk ona olduğunu, aracı, yardımcı olmadığını ifade etmektedir. En küçükten en büyüğe, aklımıza ne geliyorsa ve aklımız onundur. Takip eden ayet de bu manayı pekiştirmektedir: “Yere ne giriyor ve ondan ne çıkıyor, gökten ne iniyor ve ona ne çıkıyorsa hepsini bilir. Hem o esirgeyen ve bağışlayandır.” Bu ayetteki “yer” ya da “arz” kavramı, bir yönü ile de genel anlamda mülk alemini ifade ediyor olmalıdır. Bu aleme giren çıkandan İlahi Kudret’in haberdar olması, sadece gözümüze hitap eden duygularımızla algıladığımız varlıklar boyutuyla değil, algılarımızın dışında olan boyutuyla da ele alındığında çok çarpıcı bir manzara karşımıza çıkmaktadır. Saniyeden milyarlarca kez daha küçük zaman dilimlerinde mülk boyutuna gelip sonra kaybolan atom içi partiküllerden de Alim-i Külli Şey’in haberdar olduğunu ifade etmektedir. Surenin üçüncü ayetindeki iki kelime, bu manaları tamamlayıcı mahiyettedir. “Zerre miskal” ve “Kitab-ı Mübin” kavramları Tahavvülat-ı Zerrat’ın kurgusunda ön plana çıkmakta ve zerreler alemiyle teşkil edilen alemin anlaşılabilmesinde temel kavramlar olarak sunulmaktadır.
Her şeyden haberdar olmak manasını Elmalılı şöyle açıklamaktadır: “Öyle her şeyden haberdardır ki, bilir. Yeryüzüne ne giriyor, yeryüzünün içine çevresinden ne sokuluyor, mesela neler yağıyor, neler gömülüyor, neler ekiliyor, neler sulanıyor ve ne ondan çıkıyor. Ne huruc ediyor. Hayvanlardan, bitkilerden, madenlerden, buhardan, ısıdan, kokudan, soğuktan ve saireden neler içinden dışına çıkıyor ve göklerden ne iniyor. Mesela yağmurdan, kardan, şimşekten, yıldırımdan, taştan, kıvılcımdan, ışıktan, ısıdan ve diğer maddi ve manevi kuvvetlerden ve meleklerden yeryüzüne neler iniyor. Ve ona ne çıkıp yükseliyor. Mesela ne buharlar, ne gazlar, ne gibi maddeler, kuvvetler, melekler, ruhlar, dualar, hamiller, akisler göğe yükselip çıkıyor. Kısacası hem yerin, hem göğün karşılıklı olarak gelir ve gider bütçelerini sadece bütün müfredatıyla değil, bütün gerçekliğiyle de tamamen bilir ve hepsinin önünü, sonunu o şekilde, idare eder.” Aslında bu ifadeler her şeyi ve her anı ile yaşadığımız alem manzarasını ortaya koymaya yöneliktir. Bildiğimiz ve bilmediğimiz, algılarımıza ulaşan ve ulaşmayan her şey.
Aynı manayı Ömer Nasuhi Bilmen şöyle ifade etmektedir: “O Halık-ı Azim, bütün şuunatı, kainatı tamamen bilmektedir. (Her ne giriyor)sa ne gibi yağmurlar yağarak yere nüfuz ediyorsa, ne gibi mallar, ölüler topraklar altında bulunuyorsa (ve ondan ne çıkıyor)sa yer altından ne gibi sular, madenler, nebatlar, hayvanlar zuhura geliyorsa ne gibi asar-ı tarihiye keşfedilerek harice çıkarılmış oluyorsa onların cümlesi o Halık-ı Kainat Hazretlerince malumdur. (Ve gökten ne iniyor)sa melekler gibi, semavi kitaplar gibi, saikalar gibi neler yeryüzüne nazil oluyorsa (ve onda ne yükseliyorsa) melekler gibi, temiz sözler gibi, salih ameller gibi, neler o semalara ıttıla ediyorsa (hepsini de) o Halık-ı Azimüşşan (bilir) hiç biri onun ihata-i ilminden hariç bulunamaz.”
Sebe’ Suresinin üçüncü ayetinde ise bu ilmi ihatanın, her şeyi kuşatan ilmin temelde başlangıç yerinin zerre olduğu “miskal-i zerre” yani “zerre miktarı” tabiri ile ortaya konmuştur. Yani zerre bir birim, ölçü, vahid-i kıyasidir. Bu yönüyle zerre insanın bütünlüğü içinde eneye benzer. Küçüklük yönünden son noktadır. Bu küçüklüklerin hepsini toplayan bütün ise “Kitab-ı Mübin” olarak ifade edilmektedir. Bu durum Bilmen’in tefsirinde “O Halık-ı Kainatın ilminden, onun yed-i kudretinden (ne göklerde ne de yerde zerre miktarı) bir karıncadan daha küçük bir şey (ve daha büyük bir şey uzaklaşamaz) kaçıp gaip olamaz. (Hepsi) bütün maziye, hale ve istikbale ait hadiseler (ancak apaçık gösteren) her şeye ait malumatı, tafsilatı muhtevi bulunan (bir kitapta) levh-i mahfuzda muharrer, mahfuz bulunmaktadır. İşte kıyamete ait tafsilat da o kitab-ı hakayık beyanda tespit edilmiştir.”
Elmalılı Hamdi Yazır’da ise üçüncü ayette geçen “ve Rabbi”deki “vav”ın, yemin ifade ettiği anlatıldıktan sonra, kainat manzarası, benzer tarzda ortaya konmaktadır. “-ve Rabbi- yemin ‘vav’ıdır. -Alimü’l gayb- Rabbi’nin sıfatıdır. Taberinin benzettiğine göre, gaybdan murad, halkın henüz vakıf olmadığı, bilmediği mümkinattır. (Mümkün olan imkan dahilinde olan şeyler) ki, gerek hiç varlık sahasına çıkmamış olsun, gerekçe varlık sahasına çıkmış ama henüz kimse ondan haberdar olmamış olsun. Burada bu vasıfla vasıflandırmak, iki nükte ifade eder:
“Birisi, geleceği haber verilen saatin ne vakit geleceğini yalnız O’nun bildiğini anlatır. Birisi de, dağılmış parçaların toplanmasını akıldan uzak görerek, onu inkar edenlere cevap noktasını gösterir. Bunun eşi ve benzeri Kaf Suresindedir. “Doğrusu biz, yerin onlardan ne eksilttiğini bilmişizdir. Katımızda (bütün bunları) saklayıp koruyan bir kitap vardır.” (Kaf, 4) Yani ilmi böyle olan, her şeyden haberdar, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah’a o nasıl imkansız olur? Ne göklerde, ne de yerde zerre miskali, yani en küçük karınca miktarı, ufak bir mikrop veya molekül O’ndan uzak kalmaz, ilminden kaçmaz.
Ve ne ondan, o zerre ağırlığından daha küçüğü atom, elektron, bölünmez bir parça derecesinde en küçüğü ne de daha büyüğü -tamamına varıncaya kadar hiçbiri- O’nun bilgisi dışında olmaz. Hepsi, huzurunda apaçık bir kitaptadır.” Müfessirlerin çoğu, burada Kitab-ı Mübini, Levh-i Mahfuz diye tefsir etmişlerdir. Fakat, bunun “… yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitaptadır”da (En’am 59) olduğu gibi doğrudan doğruya, Allah’ın ilmini tasvir ettiğinin olması daha açıktır. Yani, görüneni ve görünmeyeniyle bütün kainat, Allah’ın huzurunda apaçık bir kitap gibi açıktır. Bilinmekte ve kontrol altında tutulmaktadır.
Bu manaları, Otuzuncu Söz’ün İkinci Maksad’ına başlarken Sebe’ Suresi’nin üçüncü ayetini takip eden: “Şu ayetin pek büyük hazinesinden bir miskal zerre miktarında, yani zerre sandukçasında olan cevheri gösterir ve zerrenin hareket ve vazifesinden bir nebze bahseder” cümlesi bir anlamda özetlemektedir. “Bir miskal zerre”, bir yönüyle küçüklüğün son noktası olarak ifade edilirken, diğer yönüyle “sandukça” olarak ele alınmakta yani en küçük yapı taşının da ayrı bir alem içinde pek çok farklı özellikler ve güzellikler bulunduran ayrı bir dünya, farklı cevherlerin sandukçası olduğu ifade edilmektedir. Bu manayı, maddenin temel yapı taşını bulmak arzusuyla yola çıkan Quantum fizikçilerinin yaşadıkları, atomu keşfe çalışırken “atom içi alem”le karşılaşmaları da teyid etmiştir. Maddenin parçalara ayrılarak incelenmesi sonucu, temel yapı taşının dahi olmadığı en küçük yapı taşının gerisinde elle tutulup gözle görülmeyen elektromanyetik dalga türü işleyişler olduğu tarzında ifadeler hiç de az değildir. Görünen o ki, en temel yapı taşı olarak kabul edilen zerre de bütün esmayı içine alan bir sandukça gibidir ve bütün alemin, varlıkların, kainatın tevhid noktasıdır. Her şeyin bir şeyde ifade edildiği kelime veya işarettir. Cümle, “şu Maksad, bir Mukaddime ile üç Noktadan ibarettir” ibaresi ile bitmektedir.