Mana-i Harfi
Hücre Küllî Bir Esmâ Ayinesidir
İnsan bedeni büyük bir saray gibi. Her tarafında farklı işleyişler, döngüler, yapımlar ve yıkımlar ile sanki her bir hücresinde ya da her hücresinin her bir organelinde mükemmel bir şuur varmış gibi işleyişler gözleniyor. Daha önce bahsettiğimiz endositoz adı verilen işleyişte, sanki hücre zarı bedenin bütün işleyişlerinden ve ihtiyaçlarından haberdarmış gibi, her hücreyi ayrı ayrı besleyecek ve ihtiyaçlarını karşılayacak vazifeleri üstlenmiş haller sergilemişti.
Küçük parçacıkların emilimi için gerekli olan küreciklerin oluşumu (pinositoz) ve daha büyük küreciklerin oluşumu olan (fogositoz) endositoz olaylarının ardından bu veziküllere bir veya birkaç lizozom bağlanır. Yine beden sarayının en ücra köşelerindeki hücrelerde yer alna bu lizozomlar, sanki aynı eğitimden geçmişçesine, her insanda ve insanın her hücresinde benzer tarzda işlerler. Aynı durum, sayısız canlı varlıkların tüm hücreleri için de geçerlidir. Lizozom, bu küçük küreciklerle birleşir ve “sindirim vezikülü” adı verilen daha büyük bir kürecik oluşur, yani lizozomlar hücre zarından oluşmuş küreciğin hücre içine girişinden haberdar gibi bir tavır sergileyip, anında üzerlerine düşen vazife için harekete geçiyor gibidirler.
Oysa ne gözleri, ne kulakları, ne de bu hali algılayıp, sonra buna uygun yorum ile uygun tavrı ortaya koyabilecek özellikleri olduğuna dair herhangi bir işaret vardır. Üstelik bu hal için hazırlıklar daha önceden yapılmıştır ve lizozomlar içinde hidrolaz adlı enzim depolanmıştır. Bu enzimler kürecikler ile birleşince proteinleri, glikojenleri, nükleik asitleri, mukopolisakkaridleri ve vezikül içindeki diğer maddeleri, hidroliz adı verilen işlem ile parçalarlar. Bu sindirim işleminin sonucunda, küçük proteinleri oluşturan küçük aminoasit molekülleri, glikojeni oluşturan glukoz ve fosfot gibi maddeler oluşur. Mide ve bağırsaklarda sindirimin ardından kana geçen maddeler, ikinci kez hücre midesinde sindirilmektedir. Varlığın her alanında olduğu gibi iç içe işlemler silsilesi, açtıkça açılan sarmallar, kıvrımlar, tenteneler ve perdeler burada da gözlenmektedir. Bu sindirim işleminden sonra lizozom ile pinositoz ya da fagositoz sonucu oluşan küreciklerin birleşimi ile oluşan vezikül içinde sindirilemeyen maddeler kalmıştır ve buna “kalıntı cisim” ya da “rezidü cisim” adı verilmektedir. Bu da endositozun tersi olan işlem basamaklarından oluşan ekzositoz ile hücre dışına atılır.
Neden mide ve bağırsaklarda sindirim gerçekleştiği halde, hücrede de sindirim işlemi tekrarlanmaktadır? Bütün işlem ilk sindirim basamağında hazır hale getirilemez miydi? İşte bu noktada varlığın “esmâ”ya ayine olan boyutu ön palana çıkmakta ve her bir varlıkta asmâ tecellisinin külli bir tarzda yansıması için, en küçükte de bütün işleyişlerin varolduğu bir külliyet yani vahidiyet içinde ehadiyet gözlenmelidir. Hikmetin gereği bu olmalıdır. İşte hücredeki küçük bir sindirim işleminde tasarıların harikalığı ile Musavvir, hücrenin ihtiyaçlarının bilinip yetiştirilmesi ile Rezzak, Mün’im ve Rahim ve her hücrenin içindeki lizozomların bir terbiyeden geçmişçesine aynı tarzda ve şuurluymuşçasına hareketleri ile Rab ve bütün işlemlerden sonra artıkların sessiz sedasız ortadan kaldırılması ile Kuddüs ve daha pek çok esmâ, bin bir isim yani O Zat-ı Zülcemal’in güzel isimlerinin tümü küçücük bir hücreciğe sığdırılmaktadır.
Bu içiçeliğin, giriftliğin diğer bir nedeni de, sonsuz, külli esmânın sınırlı ve cüz’i bir kâinat sahnesinde sergilenebilmesi olmalıdır. Her cüzde küll tezahür etmeli, parça bütünün ayinesi olup, tüm özellikleri yansıtmalıdır. Yani her bir varlık, -büyük ya da küçük- esmânın tümünü tevhid eder ve birlikte yansıtır.
İşte hücre lizozomu, mitokondrisi, zarı, endoplazmik retikulumu, endositozu, ekzositozu, fagositozu, pinositozu ve daha bilinen, bilinmeyen pek çok özellikleri ile külli bir esmâ ayinesidir.
Bir an, kâinattaki canlı varlıkların sayısını, her bir varlıkta sürekli yenilenen hücreleri, ömrü saniyelerle ifade edilen canlılardan asırlık olanlarına kadar farklı türleri hayalimize getirelim. Hücre adedince yansıyan esmânın külliyetini bu hücrelerin sayısı ile idrak etmeye çalışalım. Doğumlar, ölümler, bunun hücre boyutundan beden boyutuna kadar değişen alanlarda tezahürü ile sürekli bir değişim, görev devri ve bir biri ardına Ezeli Güneş’i yansıtan damlalar misali sayısız varlıkları düşünelim. Bu sayısızlık, sonsuzluğa işaret ediyor olmalıdır. Her bir hücre ve gelmiş geçmiş tüm hücreler sonsuzluğa ve sonsuzlukta tekliğe işaret etmektedirler. Üstelik bir külliyet tezahürü ile biraraya gelip, ahenkle beden denilen bütünü teşkil ile maddenin manalara, eşyanın esmâya dönüştüğü tezgahları hazırlarlar. İçiçe girift işleyişlerin gerisindeki esas gaye de bu olmalıdır. Hayatın merkezinde yer alan hücre aynı zamanda esmânın temerküz ettiği yer olmalıdır. Hücredeki külliyet ve anlatmakla bitmeyen özellikler de buna işaret olsa gerektir.