Şerh ve İzah

Risale-i Nur: Onbirinci Söz’ün sarayında Üstad

“Bir zaman bir sultan varmış.” diye başlayan muhteşem hikaye… Alemde dönen işlerin maksadını, bu maksatlar gerisindeki akıl almaz bilmeceyi ve insanın yaratılış sebebinin gerisindeki muammayı anlatıyor: “Her cemâl ve kemâl sahibi, kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrı.” Bu güzelliklerin sahibi olan Zât-ı Zülcelâl’in “Cemal ve kemal-i manevisini iki vecihle müşahede” etmesi için “Bir vechi, bizzat nazar-ı dekaikâşinasıyla görsün; diğeri gayrın nazarıyla baksın” şeklinde ifade edilen gerçek. Varlık alemindeki bütün çekirdekleri, tohumları, yumurtaları çatlatan büyük sır ve belki de ilk atomun çatlayışının, içindeki kainat güzelliklerini açığa vuruşunun başlangıcı, Büyük Patlama’nın arkasındaki sır.

Güzelliğin gözükmesi, cemalin ve kemalin görülüp gösterilmesi hikmetine binaen hazırlanan geniş ve büyük bir saray. Akıl almaz güzelliklerin, harika sanatların zemini ve teşhir yeri olan sarayın hazırlanmasından sonra görebilen, idrak edebilen ve güzeli takdir edebilenlerin daveti ve sonra bir Yaver-i Ekremine sarayın niçin inşa edildiğini, içinde yer alan her bir şeyin ne anlama geldiğini ve ne için inşa edildiğini öğretmesi ve onu üstad ve tarif edici tayin etmesi. O Yaver-i Ekrem, sarayın bütün güzelliklerinin sanatkarı ve her güzelliğin sahibini tanıtmak gibi bir görevle bütün misafirlerin ortasında bir teşrifatçı konumunda. Sarayın her bir köşesinde yer alan farklı güzellikleri, bibloları, işlemeleri, örtüleri ve hizmete yönelik olarak hazırlanmış her bir aleti tanıtıyor, nasıl kullanılacağını ve hangi sanatların uygulandığını anlatıyor. Çünkü yapılan her şey incelikle ve bir sanat eseri güzelliğinde hazırlanmış. Büyük bir hesap, ince bir anlayış, zarif bir bakış her şeyde ve her bir şeyde kendini açıkça gösteriyor. Bu bakışın ölçüleri ve incelikli sanatların dili, bu büyük üstad tarafından seyircilere aktarılıyor. Bu sanatların, Sultan’ın ve Saray Sahibi’nin güzelliklerine ne şekilde ve hangi yönleriyle işaret ettiklerini ve hünerlerin nasıl görüleceğini öğretiyor. Nakışlardaki ölçüyü, bu ölçülerin nasıl bir sanata dönüştüğünü anlatıyor. Ayrıca saraya giriş ve çıkışın, sarayda gezmenin kuralını ve bir saray ziyaretçisi olmanın adabını öğretiyor. Seyretmenin şeklini ve kurallarını detaylarıyla açıklıyor.

Dolayısı ile kendisi görünmeyen, saray ile güzelliklerini anlatan sultanın en güzel sanatı Yaver-i Ekremi, elçisi ile seyircilere anlatılmış oluyor. Ta ki, teşrifat merasimi sultanın istediği şekilde, onun arzusuna uygun tarzda cereyan etsin. Ancak, saray geniş ve farklı odaları, farklı daireleri var. Bütün dairelerin ortasında haykıran Yaver-i Ekremin sesini farklı odalara, geniş dairelere ulaştırması zor. Bu yüzden, “O muarrif üstadın her bir dairede birer avanesi bulunuyor.” Onun sesini, öğrettiklerini kendi dairelerine, bu dairenin seyircilerine, ziyaretçilerine ulaştıran yardımcılar, temsilciler şeklinde parlak ayineler.

Bu dairelerden biri var ki, Yaver-i Ekremden oldukça uzaklarda, Onun sesini duyamayacak kadar gürültülü, bütün güzelliklere, sanat eserlerine, ince nakışlara, tatlı iksirlere hayratça tavırlardan dolayı her şey dağılmış, kırılmış harap bir zamanda dilimizde. Girişin, çıkışın ve seyrin adabı unutulmuş, sanki her şeye saldırılır gibi bir hal hakim. Helaket ve felaket dairesi, sarayın belki de en dağınık odası. O muarrif üstadın ayinesi ve bu daireye, kapısında ahir zaman yazılı odasına uzanan sesi olan Üstad, Kur’an olarak aldığı dersi Risale-i Nur olarak kendi dairesine ulaştırılıyor. Odanın gürültüsü, karmaşası ve akıl almaz kargaşası içinde sesini duyurabilmek için adeta haykırıyor. Dinlemiyorlar, anlamıyorlar, hayalperestlikle itham edip büyük sıkıntılar veriyorlar. Edepsizlik saraya olduğu gibi Üstada da yöneliyor. Bununla da kalmayıp Yaver-i Ekremi hatta Sultanı da içine alan boyutlara ulaşıyor. Yaver-i Ekremin Taif’te taşlanması gibi onun şevkini, sabrını, sanatı ilan aşkını ve Sultana sonsuz muhabbetini ahir zaman odasına, helaket ve felaket dairesine taşıyan Üstad da eziyetlere, sıkıntılara, anlayışsızlıklara maruz kalıyor. Onda da bir telaş var, ancak bu tavırlardan kaynaklanmıyor. Odada, dairede bir yangın çıkmış ve yayılıyor. Yangında evlatlarını kurtarmak için koşan bir annenin ruh haliyle kardeşlerini kurtarmak için koşuyor. Onu düşürmek için yoluna uzatılan ayaklar, çelme niyetleri, umursamazlıklar, pervasızlıklar umurunda bile değil. O yine doğruyu anlatmanın, ıslah için fiili ve kavli duanın, saraya ve müştemilatına layık bir seyirci topluluğununun arayışında. Dış görüşünü ile saray ona zindan edilmiş ancak, o, sultanı tanımakla, Yaver-i Ekremi can kulağıyla dinlemekle, muarrif üstaddan dinlediklerine tabi olmakla zindanları kendi aleminde saraylara çevirmişti. Kendini anlamayanlardan yüz çevirip, atinin parlak nesline seslenmenin şevk ve heyecanını hiç kaybetmemişti.

O Yaveri Ekrem, sarayın güzelliklerini anlatan ve kendisi sayarın en büyük güzelliği olan zat, her dairede, her asırda ayrı bir güzellik tarafından temsil edildi, ayrı bir parlak ayinede yansıdı. Zamanımızda ise Üstadla bediileşti. Kainat Kitabının ayetü’l-kübrası olan Zat-ı Kibriya, zamanımızda bedii bir ayetle mücessem hale getirildi. Kur’an, resul ve şecere-i Muhammedi’nin parlak meyvelerine bu dönemde bir fihriste, açık bir beyan, icazlı bir ayet oldu.

Ey aziz Üstad! “Aziz, sıddık, fedakar” kardeşlerin, talebelerin seni anlamaya çalışıyor, sesini kendi dönemlerine, kendi dairelerine ulaştırmaya gayret ediyorlar, fiilen dua ediyorlar. Seslendiğinde seni anlayacaklarını ümit ettiğin gayretli talebeler, “nesl-i cedid”in umutlarıyla çalışıyorlar. Farklı kollarda, farklı mekanlarda, farklı zeminlerde senin davanı haykırmaya, anlatmaya ve anlamaya çalışıyorlar. Yaver-i Ekrem’in anlattıklarını tekrarladığın saraydaki sohbet halkasına katılanlar her geçen gün artıyor. Zamanın tefsirleri hep seni doğruluyor. Yaşananlar, 21. asır dünyasındaki şartlar, insanlık aleminin yaşadıkları senin ne kadar haklı olduğunu ortaya koyuyor. Olayların gidiş yönü, sana verilen eziyetlerin, çektirilen sıkıntıların bütün insanlıkta büyük bir utanca dönüşeceğinin işaretlerini veriyor. Bizler senin ne kadar geniş yürekli, kucaklayıcı ve affedici olduğunu biliyor ve “ikibinli yıllar” olarak adlandırılan dönemde senin haklılığını, büyüklüğünü anlayacak olan insanlık adına senden özür diliyoruz. Senin davana, hedeflerine hizmette, dönemimizdeki sözcün olmak yolundaki gayretlerimizde manevi himayeni talep ediyoruz.

Author


Avatar