Hayatı
Bediüzzaman: Ruhi Uyanış
Said Nursi esaretten dönünce yeğeni Abdurrahman ile birlikte Çamlıca’daki bir konakta kalır. Burası şehrin en güzel yeridir.
Maddi açıdan rahat bir hayat sürmekteydi. Esaretten kurtulmuş olması basın organlarının imkanlarını ona açmıştı. Aynı şekilde şöhretliydi ve insanların teveccühü tüm hayatını kaplıyordu. Her şey yolunda olduğuna göre dünyadaki en mutlu insan olması gerekirdi.
Bir gün aynaya bakınca saç ve sakalının ağarmakta olduğunu görür. Kendisine daha önce Kosturma Camiinde olduğu gibi bir irkilme hali gelir ve derin derin düşünmeye başlar.
Kalben alaka duyduğu eşyaya bakar ve düşünür. Onların dünya mutluluğunun esası olduğunu zannediyordu. Ne karşılaştığı bir durum, ne de başvurduğu bir sebep hiçbiri bunu temin edemezdi. İşin sonunda sebeplerin tamamının aldatıcı ve geçici olduğunu hisseder. Sonra etrafındaki insan mutluluğunu temin eden sebeplere bakar, görür ki, sebepler yok olmakta, mutluluğun kendisi de geçip gitmektedir.
“Bir gün sevdiğin eşyalar seni bırakıp gidecek. O halde oyuncağı elinden alınan çocuklar gibi olma.”
Dost zannettiği bir arkadaşından kaynaklanan vefasızlık onu endişelendirir. Aleyhine dönmesi ve kendisinden uzaklaşması Nursi’yi hayrete düşürür.
Vefasızlık böyle değil mi?
Bu hadise yüreğine oturur. Bununla birlikte kendisini hiç bir şeyin tatmin edemeyeceğini hisseder.
Dünyanın neyi varsa hepsi fena bulacak ve yok olacak. Taht, saltanat, mal, servet, insanlar baştan başa hepsi…
Kalbi çok şeyle meşgul oluyordu, bu ise hataydı. O halde oraya Allah’tan başkası girmemeliydi. Gayrısı derhal çıkmalıydı aradan.
Bunun dışında kurtuluş için ne bir sığınak ne bir ümit vardı.
Ahmed Behçet
Mısır-El-Ehram Gazetesi Başyazarı
29.12.1998/10 Ramazan 1419