Mana-i Harfi
Risale-i Nur: Kanun-u Kerem
Yaşadığımız alemin hareketliliği, bütün varlıklarda gözlenen hummalı faaliyet, her varlıktaki vazife aşkı bu vazifelerin ücretsiz ve karşılıksız olmayacağı intibaını uyandırıyor. İnsanların hayat tecrübesi olarak adlandırılan bilgi ve yaklaşımları, gözlemlerden sonuçlara ulaşabilmelerine imkan tanıdığından, onlar gözlenen varlıklardan yukarıdaki sonuca ulaşabilme özelliğine sahiptirler. Mesela, normal bir muhakeme ve düşünebilme kapasitesine sahip her insan, dolaştığı bir fabrikadaki işçilerin şevksiz ve isteksiz çalıştıklarını gözlemliyorsa, buradan işçilerin ücretlerinin düşük olduğu ve-bu olumsuz halin şiddetine göre-belki de hiç ücret olmadıkları sonucuna ulaşacaktır. Aksine bir gözlem ise, çalışanların gerek ücret, gerek moral, gerekse motivasyon açısından tam desteklendiklerini ve tatmin olduklarını düşündürecektir. Hayatımızın pek çok anında bu türden gözlemler ve benzer hükümler yer alır. Bu hallerin yaşanmasındaki hikmet, bu durumun mana-yı harfi ile eşyadan esmaya, sanatlardan Sanatkar’a, varlıklardan Yaratıcı’ya ulaşılması için zihni bir talim olmalıdır.
Bu talimi almış zihnin nazarı, kainata yöneldiğinde tam bir şevk, eksiksiz bir motivasyon, bitmeyen bir vazife aşkı gözlemler. Sabah bineceğimiz belediye otobüsü kimi zaman gecikir, bazen gelmediği olur, ama güneş belirlenen doğuş saatinden saniye şaşmaz. En çalışkan işçiler bile zaman zaman yorgunluk, bıkkınlık emareleri sergilerken; arılarda, karıncalarda, kuşlarda, balıklarda, daha pek çok türden hayvan ve bitkilerde bitmez bir enerji, tükenmez bir şevk gözlenir. Gezegenler, yıldızlar ve galaksiler de pek farklı değildir. Hele bütün bu varlıkların oluşumuna zemin hazırlaması için yaratılmış, sayılamayacak türde varlığın hadde hesaba gelmez farklı hallerin oluşumu için bir halden diğer hale koşuşturan zerrelerin tükenmez şevki, sınırsız enerjisi akıllara sığışmaz. Bu zerrelerin şevk ve gayretle meczup bir mevlevi gibi dönüşleri, bu dönüşteki aşkla zerreler ordusunun kaynaşması, uğuldaması, karıncalanması “serseri hareket” değil, hikmetle işleyişin, şevkle kaynaşmanın, iradeli koşuşturmanın ta kendisidir.
Sosyal olaylarla bize ders verilen şevk ve ücret arasındaki bağlantı ile varlıkları gözlemlediğimizde, onlardaki bitmez tükenmez şevk, bizi, vazifelerini tatmin oldukları bir ücret karşıladığında yaptıkları sonucuna ulaştırır. Bu ücret belki para değildir ama paranın aracılık ettiği ve vesile olduğu hazları yaşatacak özelliktedir.
Varlıkları gözlemlediğimizde irade sahibi olan, imtihana muhatap insanlar ve kendi şartları içinde alt düzey ruhi ve iradi özellikler sergileyen hayvanlar dışında genel bir tatmin oluş ve kararlı hal izlenir.
Ayrıca, işleyişteki şevk ve gayret, kemal noktalarına ulaşma meylinden kaynaklanmaktadır. Yani kendilerine biçilmiş en güzel, en olgun noktaya meyillidirler. Tohumun kemali ağaç olmak, ağacın kemali meyve vermek, meyvenin kemali ona iştiyak duyan canlının zerrelerine dönüşmek olmalıdır. İmkan dairesinde sınırsız ihtimaller ortasında tereddüt halinde bekleyen zerrelerin bu tereddüdü bir doğum sancısı gibidir. Onların kemali ise vücuda yani varlığın şehadet alemine çıkışının vazgeçilmez hale dönüştüğü andır. Çok kazanmak, en güzel şekilde giyinmek, en lüks dairede oturmak, en gözde arabaya binmek gibi meyillerde bu tür bir kemal arzusunun sosyal uzantısı olarak algılanabilir. Bu hedef asli değil, tali olmakla birlikte, bu meyilde zamanla insanlarda gerçek hedefinden uzaklaşmış, dünyevi güzelliklerden ibaret bir kemal anlayışı ile, nefis ve hevanın tatmininde bir kemal bulma arayışına dönüşmüştür. Oysa insan çok yüksek bir teçhizatla donatılmıştır. Hz. Muhanmmed’in (a.s.m.) temsil ettiği en yüksek beşeri kemal noktasına yöneltilmiştir. İnsan kemalini Hz. Peygambere (a.s.m.) benzemekle bulur ve ruh ancak o zaman tatmin olur. Tatmin kemale ulaşmakla olur. Gerçek kemal gaye-i hilkatine ulaşmaktadır. Bu kemal noktası ise ücretin bizzat kendisidir. Bütün varlıkların kararlılığında ve tatmin olmuş görüntüsünün gerisinde bu “ücret-i kemal” yatıyor olmalıdır. Arı polenine, bülbül gülüne kavuştuğu an kemalini bulur. Bu Ferhat’ın Şirin’e Mecnun’un Leyla’ya kavuşması gibi bir haldir. Arı’nın ve bülbülün bu kavuşma anı canla başla koşuşturmasının en tatmin edici ücretidir. Kainatın bu karmaşık deveranı ve canhıraş işleyişinin kemal noktası ve en güzel ücreti Cemalullah olmalıdır.
Her şey kemaline doğru koşuyor ve kemalini bulduğu anda hasıl olan mana ve güzelliklerle bu koşuşturmanın ücreti hasıl oluyor. Yani her mahluk, daha vazifesini yaparken bu vazifenin tamamlanması ise ortaya çıkan hazır bir lezzet ve tarifsiz bir ücret alır. Zerreleri koşuşturan, arıları kaynaştıran, tohumları, çiçekleri yağmurları, rüzgarları, gezegenleri, yıldızları ve galaksileri peşinden koşturan sır, bu olsa gerektir. Kainat bütün bu işleyiş ve deveranı ile Cemalullah gibi bir ücretin peşinde koştuğunun işaretlerini her bir parçası ile vermektedir.
Şu kainat sofrası ki, ondaki her bir nimet hem istifade eden, hem de kendisinden istifade edilen ikili bir konumdadır. Bu sofrayı kuran Mün’im her bir varlığa kendi kabiliyetince ücret ve nimet ihsan etmekle, kainatta en küçük zaman dilimlerindeki sahifeleri adedince ve bu sahifedeki sayısız varlıklar kadar ihsandan aldığı mukaddes hazzı, memnun etmekten duyduğu sonsuz ve mukaddes memnuniyet ifade etmektedir.
İkram etmek, en küçük zerreden en büyük galaksiye kadar her bir mahluku vazifesinde hak ettiğinden çok fazlası ile ücretlendirmek, bunu zamanın tarif edilmez en küçük dilimlerinde en küçük mahluku dahi ihmal etmeden yapmak, sonsuz bir büyüklüğün, akıl almaz bir keremin göstergesidir. Kainat çarkları dönerken, sabah güneşin doğuşu ile başladığımız yeni günde, güneşin bize ulaşan sıcaklığı, simidinin yarısını bize uzatan arkadaşımızın muhabbeti, bindiğimiz vasıtanın şoförüne uzattığımız yol ücreti, o gün katıldığımız ziyafet, günlük koşuşturmacaların ardından eve döndüğümüze annemizin ya da eşimizin hazırladığı sofra, kısacası yaşadığımız her olay ve her işleyiş, her anda bir çok mana ile birlikte bir “kanun-u kerem”in varlığını ifade ediyor.