Makaleler

Kur’ân, Ölümden Niçin Bahsediyor

Türkçe’de kullanılan “ölüm” kelimesinin Arapça karşılığı “mevt”tir. Mevt kelimesinin Arap dilinin en geniş lügati sayılan Lisanü’l-Arab’ta bir çok anlamlara geldiği bildirilmektedir. Ölümün mahiyetini anlayabilmek için bu anlamların bazılarını nakletmek istiyoruz.

A. Semantik Çerçeve

Mevt, hayatın zıddıdır. Meyt, ölen kişi, meyyit ise henüz ölmeyen ama ölecek olan kişilere isim olarak verilmektedir. Kur’ân’da Peygamberimize hitaben “İnnete meyyitün ve innehüm meyyitun” ayeti, “Muhakkak ki sen öleceksin, onlar da ölecekler” (Zümer: 39/30) anlamına gelmektedir. Araplar soğan ve sarmısağı iyice pişirmeyi “öldürmek” olarak adlandırmaktadırlar. Mevt “sükun” demektir. Bu yüzden Araplar, “Küllü men seke, mate” derlerdi. Bu cümle, her sakin olan şeyin ölmüş olduğunu ifade etmektedir. Araplar ayrıca, “Mate’n-Narü mevten” dediklerinde de, ateşin içinde hiçbir kor kalmadığını, külünün bile soğuduğunu kastederlerdi. Ayrıca, “Matet rihu” cümlesinin de, “rüzgar kesildi” anlamında kullanırlardı. Bir yerde bulunan suyu, yerin çekmesinden sonra da, bunun anlatmak için, “mate’l-maü bihazihi’l-mekani” ifadesini kullanırlardı. Bütün bunların yanında temsil ve teşbih olarak uykuya da ölüm denmiştir. Çünkü uykuda da insanın aklı ve hareketleri durmaktadır. İnsanın gelişme gücünün, hissi ve akli yeteneğinin kaybolmasına da “ölüm” denmektedir. Kur’ân akıl yeteneğinin kullanılmamasını bir ayetinde ölüm olarak nitelemekte ve “sen tebliğini ölülere duyuramazsın” demektedir. (Neml: 27/80) Uykuya hafif ölüm, ölümü de ağır uyku dendiği gibi, fakirlik, zillet, ihtiyarlık, günah da istiare olarak ölümle isimlendirilmektedir. (İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, Darü Sadır, Beyrut, tsz, “Mevt” maddesi, II, 90-92. Ayrıca benzer anlamlar için bkz: Ragıb el Isfahani, Mu’cemu Müfredati elfazi’l-Kur’ân, Darü’l-Fikr, Beyrut, tsz, “Mevt” maddesi, s. 497.)

B. Ölüm Ayetlerinin Nüzul Ortamı

Ölüm realitesiyle hayatta olan her canlı karşılaşmaktadır. Bu yüzden cahiliye toplumu insanı da ölümü yaşıyordu. Ancak hayatın yalnızca bu dünyaya münhasır kaldığını söylüyorlardı. “Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Kimimiz ölürüz, kimimiz yaşarız. Bizi ancak zaman helak eder. Bu hususta onların hiçbir bilgisi yoktur. Onlar sadece zannediyorlar.” (Casiye: 45/ 24.) Bu ayet onların ölümü bir “adem” yani yok oluş olarak zannettiklerini göstermektedir. Nitekim onlar öldükten sonra dirilmeyi de açık bir şekilde reddediyorlar, böyle bir duruma inanmadıklarını söylüyorlardı: “Biz öldüğümüz ve toprak olduğumuz zaman mı (diriltileceğiz)? Bu uzak bir dönüştür.” (Kaf: 50/3.) Bu ayet de onların ölümün toprağa dönüşmek olduğuna inandıklarına işaret ediyor.

C. İnsanın Ölü Olan Nesnelerden Yaratılması

Öldükten sonra dirilme problemi yalnızca cahiliye toplumu insanlarının değil dünyaya gelen bütün insanların problemidir. Bu bir iman meselesi olduğu halde, bunun Kur’ân’a yukarıda zikredildiği gibi akli delileri de verilmektedir. Kur’ân bu ayetlerde, öldükten sonra dirilmeye inanmayan insanların ilk yaratılışlarına bakmalarını istemektedir. İlk yaratılışta, her insanın dünyaya gönderilmesinde nasıl bir durum var ki, Allah o noktaya dikkatleri çekmektedir? Çünkü insanın ilk yaratılışı “ölü halden diriltme” şeklinde cereyan etmektedir. Bu çerçevede Kur’ân-ı Kerim’e baktığımızda yalnızca zikredeceğimiz bir ayet insanın dünyada gelmeden önce “ölü” olduğunu göstermektedir.

Bakara suresi 28. ayette Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: “Sizi ölüyken dirilten, sonra tekrar öldüren ve dirilten Allah’ı nasıl inkar ediyorsunuz?”

Bu ayette bizim üzerinde duracağımız cümle, orijinal ifadesiyle “ve küntüm emvaten” cümlesidir. “Siz ölüler iken” cümlesidir. Bu ayet, insanların ilk yaratılmasını “ölüler iken diriltme” olarak tespit ediyor. Burada zikredilen “emvat” kelimesi, müfessirlerin “mevt” ile ilgili görüşlerini dile getirmelerine sebep olmuştur.

Taberi’de ilgili ifadelerle ilgili değişik görüşler nakledilmektedir. Buna göre “Sizler ölüler iken sizi diriltti” ifadesi, “siz hiçbir şey değilken sizi yarattı” anlamına gelebildiği gibi; Kata’denin zikrettiği gibi, “siz babalarınızın sülbünde ölüler idiniz” anlamına da gelebilmektedir. Ayrıca ayetin zikrettiğimiz bölümüne “insanların hatırlayamayacağı kadar değersiz bir halde idiniz, yani ölü, cansız birer varlık idiniz” anlamını veren kimseler de bulunmaktadır. Taberi konuyla ilgili rivayetleri naklettikten sonra şunları söylüyor: “Bu ayet, ‘Allah’a ve ahiret gününe inandık’ sözünü sadece dilleriyle söyleyip kalpleriyle tasdik etmeyen kimseleri azarlamak, kınamak maksadıyla inzal buyurulmuştur. Buna göre dili ile söyleyip kalpleriyle inanmayanların, insanı ölü şeyler yaratan, sonra öldürüp tekrar diriltecek olan Allah’ı inkâr etmelerinin hayret verici bir durum olduğu ifade ediliyor.” (Ebu Ca’fer Muhammed b. Cerir et’Taberi, Camiu’l-Beyan an’Tevili’l-Kur’ân, Darü’l-Ma’rife, Mısır, tsz, I, 418-425.)

İbn-u Kesir, aynı ayeti “Siz yok iken, sizi varlık alemine çıkardı” şeklinde tefsir etmektedir. İbn-u Kesir’e göre, Kur’ân’daki bazı ayetler de insanın hiçbir şey değilken yaratıldığını göstermektedir. (Ebu’l-Fida İsmail b. Kesir, Tefsirü’l-Kur’âni’l-Azim, Darü’l-Marife, Beyrut, 1983, I, 66-67.)

Razi ise, bu konuda ittifak edilen görüşün “Sizler henüz toprak ve nutfeler halinde idiniz” şeklinde olduğunu ifade ediyor. Burada “emvat” kelimesi, cansız varlıkların ismi olarak zikrediliyor. Çünkü Allah, mülk suresinde Allah, “Allah hayatı ve ölümü yaratandır” ifadesini kullanmaktadır. Burada ölümün hayattan önce zikredilmesi, ölü isminin cansız nesnelere hakiki anlamda verilebileceğini göstermektedir. Razi ise ölü isminin cansız varlıklara hakiki anlamında verilemeyeceği görüşünü taşımaktadır. Ona göre burada geçen “emvat” kelimesi bir teşbihtir. Ayetin anlamı şudur: “Sizler önemsiz varlıklar idiniz, zikre değer bir şey değildiniz. Çünkü henüz bir şey olmamıştınız. Allah sizi ihya etti. Yani gören, duyan varlık haline getirdi.”

Raziye göre bu ayet, haşir ve neşrin akli deliline işaret etmektedir. Çünkü Cenab-ı Allah birinci seferde varlıklara, ölümlerinden sonra hayat verdiğini beyan etmiştir. Bundan dolayı diriltmenin ikinci seferde de vaki olması gerekir.(Fahrü’r-Razi, Tefsirü Kebir, çev: Doç. Dr. Suat Yıldırım, Doç. Dr. Lütfullah Cebeci, Akçağ Yayınları, Ankara, 1988, II, 210-219.)

M. Reşit Rıza da, “Siz dünyaya gelmeden önce, elementleriniz dünyanın her tarafına dağılmış birer ölü idiniz. Bu elementlerin kimisi su, kimisi, kimisi toprak, kimisi gaz halinde idi. Diğer hayvanların elementleri ile sizinkiler arasında hiçbir fark yoktu. Sonra sizi çamurdan yaratarak size akıl ve idrak verdi. Diğer varlıklardan üstün bir hale getirdi.” demektedir.(M. Reşit Rıza, Tefsirü’l-Kur’âni’l-Hakim, Matbaatü’l-Menar, Mısır, h. 1346, I, 245.)

D. Yeryüzünün Ölü İken Diriltilmesi

Müfessirlerin bu açıklamaları, insanın dünyada gelmeden önce cansız elementler şeklinde olduğunu, Allah’ın ise o insanı böyle cansız elementlerden yarattığını açık bir şekilde göstermektedir. O halde Allah bütün insanları ölüler halinde iken dirilterek, ölüyü diriltme gücüne muktedir olduğunu ifade etmektedir. İnsanın bundan mantıklı bir sonuç çıkarması gerekmektedir. Bizi ilk önce ölü iken dirilten, öldükten sonra tekrar diriltme gücüne de sahiptir.

Nitekim Said Nursi’nin Haşir Risalesini yazmasına sebep olan ayetlerden birisinde de Allah, dünyada öldükten sonra diriltilmenin değişik boyutlarına dikkat çekiyor ve öldükten sonra diriltilmeyi insan aklına yaklaştırmaya çalışıyor: “Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak: Arzı, ölümün ardından nasıl diriltiyor? Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecektir. O her şeye kadirdir.” (Rum: 30/50.) Bakara suresinde ise bu ayetin biraz daha açıldığını ve somutlaştırıldığını görüyoruz. Burada Allah’ın gökten indirdiği bir su ile, ölmüş olan toprağı diriltmesinde düşünen bir topluluk için pek çok hikmetler olduğuna dikkat çekiliyor. (Bakara: 2/164.)

Said Nursi’nin Haşir Risalesi’nde “ihya ve imate”yi anlattığı bölüm, bu zikrettiğimiz ayetlerin tefsiri mahiyetindedir. Burada anlatıldığına göre bu alemi isteği şekle sokabilecek güçte olan Allah, her asırda, her senede, her günde bu dar, geçici yeryüzünde büyük haşrin, yani insanların diriltilmesinin ve kıyamet meydanının pek çok örnek ve numunelerini ve işaretlerini icad ediyor.

Örneğin bahar öldükten sonra dirilmelerin en muhteşem bir şekilde görüldüğü bir mevsimdir. Baharda beş altı gün zarfında küçük-büyük hayvanlar ve bitkilerden milyonlarcasını haşrediyor, neşrediyor. Bütün ağaçların, otların köklerini ve bir kısım hayvanları aynen ihya edip iade ediyor. Başkalarını ise ayniyet derecesinde bir benzerlikle yaratıyor. Halbuki madde olarak farkları pek az olan o tohumcuklar birbirlerine o kadar karışmış bir durumda iken, karıştırmadan, birbirinden mükemmel bir şekilde ayırarak, hızlı ve kolay bir şekilde, hem de hepsini birden altı günde, veya altı hafta zarfında ihya ediyor. Bu tür haşirleri dünyanın yaratılmasından beri icad eden Allah, biz insanlara bir gerçeği hatırlatmak istiyor. O gerçek de, dünyada bütün varlıkları öldürüp dirilten Allah, insanları da öldükten sonra diriltmeye gücü yeter. (Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, 2001, İstanbul, s. 78.)

O halde Cenab-ı Allah cansız elementler halinde iken hayat verip dirilttiği, bütün bitkileri ve bazı hayvanları kış mevsiminde öldürüp baharda tekrar dirilttiği gibi insanı da öldükten sonra tekrar diriltecektir. Said Nursi bu gerçeğe bir de şu şekilde işaret ediyor: “Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulunmasını kıyas edemeyip, istib’ad ediyorsunuz. (Akıldan uzak görüyorsunuz.) Hem semavat ve arzı halk eden, semavat ve arzın meyvesi olan insanın hayat ve mematından aciz kalır mı? Koca ağacı idare eden, o ağacın meyvesine ehemmiyet vermeyip başkasına mal eder mi? Bütün ağacın neticesini terk etmekle, bütün eczasıyla hikmetle yoğrulmuş hilkat şeceresini abes ve beyhude yapar mı, zannedersiniz?” (Said Nursi, Sözler, 108.)

Bu anlatımda güçlü bir mantık görüyoruz. Bu ifadelerde kainat bir ağaca, insan ise meyvesine benzetiliyor. Ağaca önem veren bir zat, onun meyvesini daha çok önemseyecektir. O meyveyi de öldükten sonra, yani toprağa düşüp maddi varlığı çürüdükten sonra tekrar diriltecektir. Çünkü bütün dirilmeler, çürüdükten sonra oluyor.

E. Ölümün Tadılması

Galiba burada önemli olan bir nokta da insanı insan yapan unsurun insanın bedeni değil ruhu olduğu gerçeğidir. Bu anlamda ölen, yani fonksiyonunu icra edemez hale gelen bedendir, ruh ise devamlıdır. Zaten ölüm dediğimiz şey de ruhun bedenden ayrılmasıdır. Nitekim bu realiteyi “Her nefis ölümü tadacaktır” ayeti açık bir şekilde gösteriyor. (Al-i İmran: 3/185.)

Bu ayette “nefis” insanın ruhunu ifade etmektedir. Çünkü insan bedeni ölür, ama ruh ölmez. Beden mürekkeptir, yani bir çok elementlerden oluşturulmuştur, bu yüzden bozulmaya mahkumdur. Ama ruh ise basittir. Birleşik değildir. Bu yüzden de çürümeye, bozulmaya maruz kalmaz. Ruh adeta beden evininin misafiri konumundadır. Ev yıkıldığında misafir de kendisine başka bir yer bulur. Orası ruhlar alemidir. Buna göre ölüm, ruhun bedenden ayrılmasını ifade ediyor. Ayrılık bazen acıdır, bazen de tatlıdır. İnsan eğer bir mekândan ayrılıp başka bir yere taşınırken sevdiği kişilerin yanına gittiğini düşünürse, bu ayrılık onu acısıyla yakmaz, tam aksine sevindirir. Çünkü bu gerçekten bir ayrılık değil, bir kavuşmadır, visaldir. O halde ruh ayrılığın tadını tadar. Eğer ölümün bir visal olduğunu düşünürse, bu ayrılık ona tatlı, ölümün ebedi bir ayrılık olduğunu düşünüyorsa bu ayrılık ona çok acı gelir. Razi de “Her nefis ölümü tadıcıdır” ayetini tefsir ederken, bedenin fani, ruhun baki olduğuna dikkat çekmektedir. Çünkü bir şeyi tadanın onu tadarken var olması gerekmektedir. (Razi, Tefsiru Kebir, VII, 253.)

Burada insan ruhunun niçin “baki” olduğu sorusu akla gelmektedir. Ve insanın niçin diriltileceği sorusu da… Her ikisine de verilecek cevap “sınav için” olsa gerektir. Nitekim Mülk suresinde bu konuya işaret edilirken Allah ölümü de hayatı da insanların hangisinin amelinin daha iyi olduğunu ortaya çıkarmak, yani sınav yapmak maksadıyla yarattığını bildirmektedir. (Mülk: 67/ 2)

İşte bu sınavın sonucu ahirette, haşirden sonra belli olacaktır. Bu yüzden insan hayatını nasıl geçirdiğine dikkat etmek durumundadır. Yani gerçek sınava hazırlanmak durumundadır.

G. Ölümün Yaratılması

Mülk suresinde zikredilen bu ayette sınav gerçeğinin yanında ölümün ve hayatın yaratılması da ifade edilmektedir.

Said Nursi de bu ayeti tefsir ederken hem ölümün yaratılmasına hem de bir nimet olmasına temas etmektedir. Ona göre, ölüm, hayat görevinin bitmesi ve insanın terhis olmasıdır. Aynı zamanda insanın vücud ve mekan değiştirmesidir. Ölüm bir başlangıçtır, baki hayatın bir başlangıcıdır. Hayatın dünyaya gelmesi, Allah’ın yaratması ile olduğu gibi, dünyadan gitmesi de yaratma ve takdir iledir, bir hikmet ve tedbir iledir. Çünkü ona göre, en basit bir hayat tabakası olan bitki hayatının ölmesi, hayattan daha muntazam bir sanat eseri olduğunu gösteriyor. Nursi, meyvelerin, çekirdeklerin ve tohumlarının ölümlerinin çürüme ve dağılma ile olduğunu ifa ediyor. Ancak bu dağılma ve bozulma kimyasal muameleyle, unsurların ölçülü bir şekilde birleşmesiyle, zerrelerin hikmetli bir şekilde bir araya gelmesiyle adeta yoğruluyor ve bu görünmeyen hikmetli ölüm, sümbülün hayatıyla ortaya çıkıyor. O halde çekirdeğin ölümü, sümbülün hayatının başlangıcıdır; bu yüzden ölümün de hayat kadar mahluk ve muntazam olduğunu söyleyebiliriz.

Diğer taraftan, meyvelerin veya hayvanların insan midesinde ölmeleri, onların insan hayatı mertebesine çıkmalarına vesile olmaktadır. Bu yüzden onların ölümleri, hayatlarından daha muntazam ve yaratılmıştır (mahluktur) denilebilir. Bitkilerin ve hayvanların ölümü, yeni bir hayatın yaratılması anlamına geldiği gibi, hayat tabakalarının en ulvisi olan insan hayatının ölümü de yeni bir hayatın yaratılmasının başlangıcını ifade etmektedir. Bu yüzden Kur’ân ölümün “mahluk” olduğunu, yani yaratıldığını ifade etmektedir.

Said Nursi, ölümün nimet olduğunu açıklarken de bunu dört başlık altında ele almaktadır. Birincisi: Ölüm, ağırlaşmış olan hayat vazifesinden ve hayatın sorumluluklarından kurtarıp insanı yüzde doksan dokuz dostlarına kavuşturmaya sebep olduğundan, yani bir visal kapısı olduğundan nimettir.

İkincisi: Dar, sıkıntılı, dağdağalı, zelzeleli dünya zindanından çıkarıp, geniş, sevinçli, ıstırapsız baki bir hayata mazhariyetle, Baki bir Mahbubun rahmet dairesine girmek olduğundan bir nimettir.

Üçüncüsü: İhtiyarlık gibi, hayat şartlarını ağırlaştıran bir çok sebep vardır ki, ölümü hayatın pek üzerinde bir nimet olarak gösterir. Hazret-i Adem’den bu yana bütün insanlar, akrabalar yaşasaydı her halde dünya yaşanmaz bir hale gelirdi.

Dördüncüsü: Uyku bir istirahat, bir rahmet olduğu gibi, uykunun büyük kardeşi olan ölüm de, musibetzedelere ve intihara sevk eden belalarla müptela olanlar için nimet ve rahmettir. Ama şu da bir gerçek ki, ölüm ehl-i dalalet için, azab içinde azabtır. (Nursi, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2001, 13-14)

Sonuç

Ölüm Arapça’da sükuneti, cansızlığı, sönüklüğü, ayrılığı ifade etmektedir. Kur’ân-ı Kerim ölümden bahsederken, öldükten sonra diriltmeyi anlatmaya çalışıyor. Öldükten sonra dirilmeye ve hesap gününe inanmayan bir toplumda nazil olan Kur’ân, onlara ve onlar gibi düşünen insanlara, ölü, cansız elementler iken, babanın sülbunde cansız bir şekilde bulunurken nasıl canlı, akıllı birer varlık olduklarını hatırlatıyor. Bununla birlikte Allah’ın kış mevsiminde yeryüzündeki canlı varlıkları öldürüp baharda “rahmetinin” bir eseri olarak nasıl dirilttiğine dikkat çekiyor. Bunlarla insanlara kendilerinin de öldükten sonra bu şekilde diriltileceği gerçeği anlatılıyor. Kur’ân böylece ölümün de hayat gibi tesadüfen değil, bir kasıtla yaratıldığını ifade ediyor. Allah ölümü yaratıyor. Çünkü öldü dediğimiz şeylerden çok harika canlı varlıklar var ediliyor. O halde ölüm bir yok oluşu değil, bir dirilmeyi ifade ediyor. Bir başlangıcı anlatıyor. Burada önemli olan insanın niçin yaratıldığını ve niçin öldürüldüğünü bilmesidir. Kur’ân birçok ayetinde bu soruya “sınav için” cevabını veriyor. O halde Kur’ân ölümden bahsederken, ondan yalnızca “ölümü” tasvir etmek için, öldükten sonra diriltilmenin vaki olacağını bildirmek için bahsediyor. Öldükten sonra diriltilme insanın yaptıklarından hesaba çekilmesini gerektiriyor. Bu durumda insan hesaba çekileceğini bildiği takdirde dünyada hal ve hareketlerine dikkat eder, kendisinin ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunmuş oluyor.

Author


Avatar