Mana-i Harfi
Risale-i Nur’da: Fakr
Benliğin gelişme safhaları içinde en başta ortaya çıkan ve en bariz gözlenen yönü, sahip olmak duygusu şeklinde tezahür ediyor. İnsan ruhunun ve bununla bağlantılı benlik unsurlarının gelişiminde, psikoanalitik yaklaşım içerisinde olanların narsistik dönem şeklinde ifade ettikleri zaman diliminde, esas olarak bu duygunun geliştiği ortaya konmaktadır. Çocuğun ilk önce bedeni ile ilgili şeylere sahip olma duygusunu yaşadığı, bu duygunun tezahürü olarak gaitasıyla başlayıp anne, baba ve oyuncaklarına kadar uzanan bir sahip olmak duygusu ile mülk aleminin şartlarına hazırlandığı ifade edilir. Bu aslında, hayatın akışında, fırtınaların da, dalgalanmalarında, hadiselerin yönelttiği sarsıntılarda ruhun ayakta kalabilmesi benliğe tutunabilmesi ile bağlantılı bir düzenin gereğidir. Ferdin şahsi aleminin çarkları ve mülk alemindeki ortak çarkların dönüşü, alış-verişler, hak mücadeleleri, mülk boyutunun paylaşımı benlik ekseni etrafında gerçekleşir. Bu yüzden benlik, merkezde ve dönen çarklardan ortaya çıkacak sonucun, manaların anahtarı hükmündedir. Aslında bu, daha cansız varlıklar düzeyinde başlayan bir sırdır. Varlıklarda “teşahhus” şeklinde gözlenen belirli özelliklere sahip olma, bir yer işgal etme, alanını muhafaza etme şeklinde gözlenen özellikler vardır. Bütün kainatta, zerrelerden başlamak üzere her varlıkta bir cazibe, kendini koruma hali izlenir. Protonun protonu itmesinde, elektronun protonu çekmesinde ve zerreler üzerinde şekillenmiş bütün varlıklarda bir cazibe, ve dafia dengesi vardır. Yani itmeler ve çekmeler bütünde bir denge haline ulaşır. Bütün, zamanın her diliminde kararlı bir haldeyken teferruatta ve parçalarda dafia ve cazibenin zahiri mücadelesi, kainat çarklarının varlık ilişkilerinin çevrilmesi, döngüsü için bir enerji, bir motor güç haline dönüşür.
Varlıklarda gözlenen teşahhus sırrı ile insandaki ene arasında sırlı bir benzerlik, incelikli bir irtibat kendini gösterir. Gaz, sıvı, katı şeklinde sınıflanan madde şeffafiyetten teşahhusata doğru bu sıralamaya paralel bir geçiş gösterir. Bu, insandaki benliğin ve benlik duygusundaki farklı mertebelerin varlıklara yansıması gibidir. Bu ince sırrın dilde bile ifade edildiğini, benliğini ön plana çıkarmış insanların “katı adam” şeklinde tarif edilmesi ile gözleriz. Odun gibi, duvar gibi, beton gibi şeklinde ifade edilen sıfatlar insanda benliğin önce çıkıp belirginleşmesinin ifadeleridir. “İnsanda ene, kainatta tabiat” ifadesi de bu ince sırrın dile getirilmesi şeklinde algılanmalıdır.
Varlık aleminde, itme ve çekme güçleri şeklinde ifade edilecek tarzda gözlenen döngü, kainat çarklarının kanun adı verilen bu varlık meyilleri ile dönüşü esnasında insanın ruh ve beden olarak ayakta kalabilmesinin yolu bu türden dafia ve cazibe kuvvetlerine karşı koyabilecek özelliklere sahip olması ile mümkündür. Termodinamik prensipleri ile canlılığın tarifi de “entropiye karşı koyabilme özelliği” şeklindedir. Bu ise insana verilmiş “kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i akliye” ile mümkün olur. Yani menfaatlerini celbedecek, zararlı şeyleri defedecek ve aklıyla menfaat ve zararını ayırt edecektir.
Çocukluk çağında bu özelliklerinin gelişmesi ile mülk aleminin kurallarına, hayata hazırlanan insanın ilk gelişen özelliklerinden biri kuvve-i şeheviyedir. Yani, menfaatlerini, arzularını celbettirmek, benliğine yöneltmek duygusu gelişir. Bunun ilk tezahürü ağlamaktır. Bu yolla rızkını, ihtiyaçlarını celb eder ve anne babasına bir anlamda sahip olur. Benliğin gelişim seyri içinde yavaş yavaş yaptığı işin farkında olmaya ve ben duygusunu yaşamaya başlar. Benim annem, benim babam, benim gözüm, benim ağzım gibi benle bağlantılı sahiplik duyguları gelişmeye başlar. Bir müddet sonra oyuncaklarını paylaşmakta sıkıntı yaşamaya ve benlik ve sahiplik alanını korumaya çalışır. Sonrasında ise benlik iyice katılaşıp teşahhus yönünde ilerlemeye ve sahip olmak duygusu belirginleşmeye başlar.
Aslında benlik bir anahtar gibi kapı açılıncaya kadar önem arz edip daha sonrasında hükmü kalmamak üzere verilmiş, farazi bir varlıktır. İşi bittikten sonra kendini imha etmesi gereken bir cihaz gibidir. Aksi takdirde canavarlaşıp sahibini yutacak özellikler barındırır. Benliğin en belirgin yaşandığı alan, sahip olmak duygusu ya da kuvve-i şeheviye alanıdır. Psikoanalitik yaklaşım ve bunun öncüsü Freud belki de bunu hissettiği için benliğin bu yönüne ağırlık vermişler ancak bize göre ifrat etmişlerdir. Diğer unsurlar göz önüne alınmadan, bütün içindeki yeri kadar, ölçülü ve dengeli bir tarzda ifade edilmediği için gerçeği tam yansıtamamıştır. Ancak ortaya konan kuvve-i şeheviye hakikati ve sahiplik duygusu bir vakıadır. Zaten bir gözlemin ifadesidir. Ancak, ölçülü ifade edildiği zaman insanın varlıklar içindeki yerini tanımlamaya hizmet eder.
İnsanın benliğini en parlak yaşadığı malikiyet ya da sahip olmak duygusunda da benliğin kendi imha için var olması gibi bir paradoks vardır. Mülk aleminde zengin olmak, para kazanmak gibi meyillere zemin hazırlayan malikiyet duygusu, aslında insanın fakrını hissetmesi için verilmiştir. Mülk boyutu ile, farazi şekilde yaşanan malikiyet ve bunun uzantısındaki farazi zenginlik, melekût yönünde gerçek fakrın hissedilmesine sahip olunan tek şeyin farazi ve itibari “cüz’i irade” olduğu sonucuna ulaştırmalıdır. Bu ruhi ve zihni yolculuğun temeli ergenlik çağına kadar gelişen benlik duygusu ile atılmıştır. İnsan ruhunun gelişme safhalarından ilki bir şeylerin kendisine ait olduğunu hissetmesi, vehmetmesidir. Sonra bu malikiyet için gerekli şartları, bulunması gereken özellikleri anlar. Bir sonraki basamakta, kendi malikiyeti ve özellikleri arasındaki özelliklerden kainatın, bütün varlıkların sahibinin olması gereğine ve gereken özelliklere ulaşır. Bu özellikler sonsuz ilim, kudret, sonsuz irade, gerçek ve sonsuz zenginliktir. Öyle bir zenginlik ki, bir toz parçası, bir zerre bile hazinesi dışında kalsa bu sonsuz ve gerçek zenginlik sıfatı ortadan kalkacaktır. Öyle ise her şey O’nundur, başka varlık gerçek anlamda hiçbir şeye sahip değildir. Bu noktada insanın, varlık ve mahlukat sıfatı olan her şeyin sonsuz fakrı aşikarlaşır. Sonsuz fakr, sonsuz zenginliğin anlaşılabilmesi zeminidir. Aslında gerçek fakr, gerçek zenginliktir. Farazi, vehmi bir zenginliğin terk edilmesi, benliğin mülkten elini çekmesi, teşahhusun şeffafiyete dönüşümü ile ene ve tabiatın silinip, berraklaşması ile arkalarında gizlenmiş esma açığa çıkar. Bunu yaşayan insanın zenginlikten nasibi, toprak altında altın küpü bulmuş insan ile mukayese bile edilmez. O yüzden, varlıklar ve kainat kitabı içerisinde insanın konumunu belirlemeye çalışan ve Yaratıcı ile bağını kurmaya çalışan Risale-i Nur yolunun en temel prensiplerimdendir, fakr.