Mana-i Harfi

Risale-i Nur: Tahavvülat-ı Zerrat Şerhi-8

Varlığın En Güzel Meyvesi Hamd’dir

    “Çünkü, bütün ukûlü hayrette bırakan, hikmetli bir cemâl-i sanat, faydalı bir hüsn-ü nakış göstererek Sani-i Zülcelâlin medayihine bir kasîde-i medhiye gibi bir eser gösterir.

Zerrenin “Bismillâh” deyişini izah eden cümlede olduğu gibi, bu cümlede de yine zerrenin niçin “Elhamdülillah” dediği veya zerrenin “Elhamdülillah” dediğini niçin kabul etmemiz gerektiği anlatılmaktadır. İki cümlenin de “çünkü” ile başlaması yapılan izahların akla -ve dolayısıyla iknaya- yönelik olduğunu ortaya koymaktadır.

“Çünkü” ile başlayan cümleler, ileri sürülen bir iddiayı delillendirmek için akla veri sunulduğunu/sunulacağını göstermektedir. Başka bir deyişle bu cümleler; varlığın mülk boyutunda eşyanın işleyişini gözlemleyen insanın, bu işleyişteki -bizim fıtrî şeriat/sünnnetullah dediğimiz- kuralları mantıki bağlantılarla izah etme gayretinin ürünüdür. Yani bir iddia veya hüküm için “bize göre, bizim idrakimiz, anlayışımız çerçevesinde” ortaya konan gerekçeleri gösterirler. Bu noktada en önemli anahtar kavram akıl olmalıdır. Nitekim konumuzu teşkil eden cümlenin başındaki “bütün ukûlü hayrette bırakan, hikmetli…” tabirleri bu düşüncemizi doğrulamaktadır. Akıl kainata “doğru biçimde” muhatap olabildiği nispette “doğru anlayışa” ve bu anlayışın ortaya koyduğu güzelliklerin ifadesi olarak da “hikmet”e ulaşabilir.

Kulun kainat kitabına muhatap oluşunun zemini, belki bu kitabın gramer kurallarının adıdır. Dolayısı ile “çünkü”lerin ardından gelen izahların bu kurallar içinde olması beklenir. Yani, mantık kaideleri mülk boyutunda oluşmakta, eşyanın bize bakan, algılarımıza ve ruhumuza hitap eden yönüyle ilgili olarak şekillenmektedir. Zerrelere dair hükümler de yine mülk boyutundan, yani her şeyin temelini teşkil eden bu yapı taşlarının hareketlerinin (ve bu hareketlerden hasıl olan eserlerin) gözlenmesiyle ortaya konacaktır.

Rockefeller Üniversitesi fizikçisi ve Kozmik Kod: Kainatın Dili Olarak Quantum Fiziği isimli eserin yazarı Heinz R. Pagels ise konuya farklı bir açıdan yaklaşmaktadır. “Quantum dünyası” diyor, “günlük yaşantımızın ve tecrübelerimizin dışında çok farklı bir alem.”

The Christian Science Monitor’un 27 Haziran – 3 Temmuz 1988 tarihli “Quantum Leap” (Quantum Sıçrayışı) isimli ekinde şu dizelere yer verilmektedir: “Ancak, fizikçilerin birleştikleri bir ortak nokta var ki, bu, Quantum dünyası her nasıl ve ne türde bir alem olursa olsun günlük yaşantımız, çevremizde gördüğümüz olağan şeyler onun üzerinde şekillenmektedir. Bu Quantum dünyası gerçekten bu kadar olağan dışıysa ve gerçek, bir şekilde gördüklerimizle şekilleniyorsa ve bu akıl almaz üstünlükte düzenle inşa edilmiş olan kainat, ihtimaller ve olabilirlikler üzerinde kurulmuşsa ve madde olarak gördüğümüz şeyler kendi boyutları olmayan varlıklardan müteşekkilse, bu, insanoğlunun dünya görüşü ve hayata bakışında ne gibi etkilere yol açacaktır?” “So What?” (Öyle İse?) başlıklı yazı şöyle devam eder: “Quantum mekaniği atomun yapısını izah için ortaya atılmış bir teori olarak başlamıştır. Ancak aslında bunun çok ötesindedir. Harvard fizikçisi Sheldon Glashow’un da dediği gibi bu, bakırın kırmızı olup elektriği iletmesinin sebepleri ve gerekliliğini, elmasın sert ve parlak olmasının sebepleri ve gereklerini, suyun nasıl donduğunu ve kar tanelerinin niçin altı yüzlü olduğunu anlamak ve anlatabilmek anlamına gelmektedir.Quantum mekaniği o kadar uzaklara ulaşmaktadır ki, Glashow şunları eklemektedir: ‘Gördüğümüz, kokladığımız, dokunduğumuz, hissettiğimiz veya duyduğumuz hemen hemen her şey, pek çok çekirdek ve sayısız elektron arasındaki quantum mekanik etkileşimlerin ortaya koyduğu prensiplerle izah edilebilir.'”

Kısacası zerreler alemindeki işleyişin neticesi, meyvesi makro alemdeki varlıklar şeklinde gözükmektedir. Bu meyvelerde ise, hiç abes iş yapmayan, yaptığı her şey ve işte “estetik kaygısı” sezilen bir sanatkârın mahareti ve incelikli bir elin dokunuşunun ürünü olan güzellikler gözlenmektedir. Her varlıkta güzel nakışlar vardır. Bu nakışlarda, “teknik” ve estetik birleşmektedir. Onlar, ne sadece -estetikten uzak- bir faydacılığı, ne de yalnızca -bir maksada yönelik olmayan- estetiği yansıtmaktadır. Gökyüzünde yıldızların dizilişinde gözlenen ve her biri hikmetle yapılmanın ve işletilmenin sembolü olan manzaralar, elektron mikroskobu ile binlerce kez büyütülen hücrelerde ve benzeri yapılarda da gözlenmektedir. En ince kıvrımların, nakışların bile bir gayesi, belirli bir hizmeti ve muhteşem bir anlamı vardır. Bütün bu güzelliklerin arkasındaki anlam; varlıkların bu halleri ile “Bismillah”ı yaşayıp “bu güzellik ve incelikler bize ait değildir”i ifade ederek, ardından “bizi yaratan Sanatkâr, sonsuz incelikler ve güzellikler sahibidir” demeleri olmalıdır. “Bizi yaratan sonsuz hikmet sahibidir! Bizi yaratan sonsuz incelik sahibidir! Bizi yaratan sonsuz güzelliklere sahiptir! O her türlü övgüye layıktır! Teşekkürlerin ve şükürlerin her türlüsü O’na mahsustur!” gibi manalar bu “hali” anlatmış olurlar.

Bütün bu manaları bir arada ifade edecek olan kelime ise “Elhamdülillah”dır. İşte eşyanın özünde var olan “güzellik” ve “gözükmek” arasındaki muhteşem sır ve karşı konulmaz meylin tezahürü olacak varlık tablosu ortaya çıktığında en güzel meyve bu mananın idraki olmalıdır. Güzelliğin, “ince bir şuur ve nâzar-ı dekaikaşina” sahibi olanların nazarları ile buluştuğu muhteşem bir vuslattır her an… Her varlık tablosu bu anın görüntülendiği, ölümsüzleştirildiği fotoğraf kareleri olmalıdır. Varlık kareleri “Elhamdülillah”lara dönüşmüşse; artık, Yaratan ve yaratılan arasındaki muhabbet hasıl olmuş ve varlık gerçek mahiyetini bulmuş demektir. Artık eşya, varlıklar, onlardan beklenen vazifeyi yerine getirmiş olmanın ferahını, görevlerini hakkıyla eda etmenin neş’esini yaşarlar. (Muhabbetle Muhammed (a.s.m.) arasındaki ince rabıta da belki bu sırdan doğmaktadır.)

Zerrelerin; belki şuursuz ve başıboş bir bakışla, “serseri ve başıboş” gibi yakıştırmalarla ifade edilen akıl almaz faaliyeti, şuurlu ve ince bir bakışla, aslında, “varlığın” muhteşem tabloları ve akıl almaz güzellikleri karşısında şükrü ifade eden bir tür danstır. Bu hal zerrelerin vazifelerinin sonucu ve faaliyetlerinin meyveleri olan varlıklarda da gözlenir. Yıldızların raksı, arıların çiçeklerle dansı, Mevlevilerin semaı… vs. bütün varlık tablolarındaki ahenk bir araya gelerek şükrü ifade eden tevhidî bir raks ve hep bir ağızdan “Elhamdülillah” avazına dönüşür. Böylece kainat, Sani’ini medheden bir kaside olur. Bize bu hali yaşatan, her vesile ile ve değiştirdiği varlık tablolarıyla bizi sevdiğini ihsas eden, kendini bize sevdiren Sani-i Zülcelal’e kainatın zerreleri adedince hamd olsun.

Author


Avatar