Mana-i Harfi
Risale-i Nur: Tahavvülat-ı Zerrat Şerhi-25
Herşey O’na Muhtaç
“Evet, nasıl ki bir acemi, ham, âmî, âdi, hem kör bir adam Avrupa’ya gitse, bütün fabrikalara, tezgâhlara girse, üstadâne kemâl-i intizam ile her bir sanatta, her bir binâda işler, öyle eserler yapar ki, nihayet derecede hikmetli, sanatlı, herkesi hayrette bırakıyor. Zerre miktar şuuru olan bilir ki, o adam, kendi başı ile işlemiyor, belki bir üstad-ı küll ona ders verir, işlettirir. “Hem, nasıl ki bir kör, âciz, yerinden kalkamıyor, basit bir kulübeciğinde oturmuş bir adam bulunuyor; halbuki o kulübeciğe bir dirhem gibi küçük bir taş, kemik ve pamuk gibi birer madde veriliyor. Halbuki, o kulübecikten batmanlarla şeker, toplarla çuha, binlerle mücevherât, gayet sanatlı, murassaâtlı libaslar, lezzetli taamlar çıkıp gelse, zerre miktar aklı olan demeyecek mi ki, ‘O adam gayet mu’cizekâr bir zâtın menşe-i mu’cizâtı olan fabrikasının bir mandalı veyahut miskin bir kapıcısıdır.’
“Aynen öyle de, havanın zerreleri, her biri birer mektubât-ı Samedâniye, birer antika-i sanat-ı Rabbâniye, birer mu’cize-i kudret, birer hârika-i hikmet olan nebâtât ve eşcar, ezhâr ve esmârdaki harekât ve hidemâtları, bir Sâni-i Hakîm-i Zülcelâlin, bir Fâtır-ı Kerîm-i Zülcemâlin emir ve irâdesiyle hareket ettiğini ve toprağın zerreleri dahi her biri birer ayrı makine ve tezgâh, birer ayrı matbaa, birer ayrı hazîne, birer ayrı antika ve Sâni-i Zülcelâlin esmâsını ilân eden birer ayrı ilânnâme ve kemâlâtını söyleyen birer ayrı kasîde hükmünde olan o tohumcuklarının, o çekirdeklerinin sümbüllerine, ağaçlarına menşe’ ve medâr olmaları, emr-i ‘e mâlik, Her şey emrine musahhar bir Sâni-i Zülcelâlin emriyle, izniyle, irâdesiyle, kuvvetiyle olması iki kere iki dört eder gibi katîdir; âmennâ.”
Daha önce zerre fikrinin toprak, su, hava gibi unsurlarla ortaya konduğunu ifade etmiştik. Bu bölümde ise hava, su yada topraktaki zerrelerin halleri insani boyutlarda ortaya konmaktadır. Yani, “Bir zerrenin insan olması veya bir insanın zerre olması halinde durum ne olurdu?” sorusuna cevap aranmaktadır. Bu durumda zerrenin özelliklerini, ondan yansıyan esmayı idrak için bir fizikçi olmaya gerek kalmamaktadır. Her insanın, normal bir zeka düzeyindeki her akıl sahibinin idrak edebileceği iki harika misalle zerrenin hali ortaya konmaktadır.
Oksijen molekülü misali ile bir nebze ortaya koymaya çalıştığımız gibi eğer biz ya da herhangi bir insan, hava ya da su zerresi olsaydı; -ters yönden bakışla- bu zerreler bir an insan olsalardı lisan bilmeyen, okuma yazması olmayan, yol yordam bilmeyen, herhangi bir vasfı ya da makamı olmayan, üstüne üstlük gözleri de görmeyen bir insanın Avrupa’ya gitmesi haline benzeyecektir. Anatomilerini senelerce keşfe çalıştıkları halde pek çok eksik bilgi olan insan veya hayvan bedenlerindeki bir hava ya da su molekülünün hali, bu durumdan çok daha zor olmalıdır. Oysa, sürekli solunum ve beslenme yoluyla, atmosferdeki değişimlerle hava molekülleri ve su molekülleri bir canlıdan diğerine, bir ortamdan başka bir ortama, yerden yere, halden hale geçip durmaktadırlar. Gezdikleri her yerin coğrafyası, iklim şartları, işleyişinde görev aldıkları her canlının anatomisi, fizyolojisi faklı farklı olmasına ve öncesinde herhangi bir eğitim almamış olmalarına rağmen, girdikleri her yere anında ve aksaksız uyum sağlarlar. Bu moleküllerden birini işaretleyip takip etme imkanımız olsaydı, belki de tek bir hava ya da su molekülünün binlerce yerde dolaştığını görebilecektir. Sayısız zerrenin her birisi bir yerden başkasına, bir halden diğerine sürekli değişim sergilerken iç içe, girift, karmaşık bir unsurlar aleminde yaşadığımızı fark ediyoruz. Bu durum kalabalık şehirlerin kaos arz eden yaşantısı ve yoğun trafiğinden çok daha karmaşık olduğu halde, bir aksama, yığılma, tıkanma olmaksızın moleküllerin, temel unsurların halden hale akışı hep devam ediyor. Belki de şu an Hint Okyanusu’ndaki bir sodyum ya da su molekülü yola çıktı ve bizim bedenimize doğru geliyor. Siz bu kadar akıllı ve zeki bir varlık olarak okuma yazmanız olmasa, paranız olmasa, lisan bilmeseniz ve tüm bunların üstüne bir zerreye benzer şekilde gözleriniz de görmüyor olsa Hind Okyanusu’na gitmeyi göze alabilir miydiniz? Halbuki, sizin bedeninizi teşkil eden trilyonlarca hücreyi oluşturan sayısız mineral, molekül ve elementler bu türden yolculuklar sonucu bir araya gelmişler ve ahenkle sizin bedeninizi taşkil etmişler. Şu an nefes alış verişlerinizle, yiyip içmenizle bu yolculukta o an sizin bedeninize uğrayacakların giriş çıkışı devam ediyor ve bedeninizi hayat, yani Hayy ism-i aziminden bir yansıma sarıyor. Bu ortadan kalkınca, unsurları bir arada tutan ahenk de kalmadığı için beden tekrar unsurlarına ayrılıyor.
Topraktaki işleyişte ise bir toprak zerresinin, toprağı teşkil eden sodyum, potasyum, kalsiyum gibi bir mineralin ya da proteinin, molekülün hali, “kör, aciz, yerinden kalkamıyor, basit bir kulübeciğinde oturmuş bir adam”a benzer. Tohum kulübeciğinde oturan bütün unsurların hali böyledir. Toprak kulübeciğindeki unsurlar da öyle. Bir an kendinizi çekirdek ya da tohum içinde bir elementin ya da toprakta bir mineralin yenine koyun. O mineralin özelliklerinde bir insan olarak tarifiniz, misaldeki adamdan farklı olmayacaktır. Tohumda iseniz, toprağa atıldığınızda, toprakta iseniz bir tohum ya da çekirdek civarınıza geldiğinde akıl almaz işleyişler başlayacak. Karma karışık, biyoloji, botanik, ziraatla ilgili cilt cilt kitapları dolduran prensipler çerçevesinde analizler ve sentezler başlayacak. Sizin de bu ard arda işlem basamaklarının her birinde uygun konumda ve yerde olmanız, işleyişi bozmayacak tavırlar sergilemeniz beklenecektir. Biyoloji sözlüklerinde çektiğimiz sıkıntılar ve bir ondokuz mayıs gösterisi veya silahlı kuvvetlerdeki resmi geçit için haftalarca eğitim yapıldığı dikkate alınırsa, bu durumun güçlüğü daha rahat kavranacaktır.
Bütün bunlardan şöyle bir sonuç ortaya çıkar. Zerrelerin ve zerre benzeri işler gören unsurların varlık alemindeki sürekli değişim ve başkalaşımları, en akıllı ve mükemmel varlık olduğu kabul edilen insanın bile altından kalkamayacağı kadar karışık ve zor bir iştir. İnsanın dahi hatta en üstün vasıflı insanların bile yapamayacağı işleri yapan zerrelerle ilgili olarak ya onların insanlardan çok daha akıllı olduğu düşünülecek ki, bu işleyişlerdeki görevlerini aksatmadan yapabilirler. Aslında bu da yetmez, çünkü ona göre tavır olması, daha da ötesi kendi konum değişikliği için bütün unsurları etkilemesi gerekecektir. Yani mutlak bir ilim ve mutlak bir kudret lazımdır. Bir zerrede bu hallerin hiç biri olmadığı gibi, bu özellikleri taşıyanın türünden başka varlıklar olması, birden fazla olması da mümkün değildir. Çünkü mutlaklık her tarafı kuşatmayı gerekli kılar. Biri mutlak hakim ise diğerleri mutlak mahkum olacaktır. İki mutlak hakimin olduğu yerde, iki de mutlak mahkum var demektir. Bu ise eşyanın tabiatına zıttır. Öyle ise zerrelerin, unsurların, minerallerin, havanın, suyun, toprağın bütün bu işleyişleri, onlarda gözlenen özellikler, faaliyetleri sonucu ortaya çıkan bitkiler, böcekler ve milyarlarca tür hayvan onların aklı, iradesi ve ilmi sonucu otaya çıkmamaktadır. Demek ki, zerre olmayan ve zerrelerden yapılmış olmayan bir varlık, bütün bu işleri çekip çeviriyor olmalıdır. Bu varlık her zerrenin ve varlık adını alan her şeyin işleyişini bilmeli, mutlak ilim sahibi olmalıdır, her yere yetişmeli yani mekandan münezzeh olmalıdır, bütün işleri aynı anda yapacak özellikte yani zamandan münezzeh olmalıdır. Her şeyi incelikle tezyin ettiği için sanatkar, Sâni olmalıdır. Hiçbir şey maksatsız, yersiz, gereksiz olmadığı için Hakim olmalıdır. Yaratılışlarda gizli azgınlıklar, kızgınlıklar, isyanlara karşı otoriter olabilmesi, azametli küreleri emrinde bir nefer gibi istihdam edebilmesi için celal sahibi, Zülcelal olmalı. Her şeyin ihtiyacını bilen ve anında yetiştiren, bollukla veren kerem sahibi bir yaratıcı, Fatır-ı Kerim olmalıdır. Rahmeti ve bütün güzelliklerinin gerisinde bir cemal, Zülcemal olmalıdır.
Zerre ya da zerrelik harfiliği, şeffafiyete çok yakındır. “Acemi, ham, ami, adi, hem kör”dür. Çünkü, kendine ait özellikleri olmamalıdır. Güzelliklerin hiçbirinin kendine ait olmadığını, bütün bu güzelliklerin aslına nihai derecede sahip olan bir Zat-ı Zülcemal’in emrine musahhar olduğunu ifade için bu gereklidir. Kendine değil, O’na işaret eder. Farazi, itibari, vehmi özelliklerle teşahhusat kazanmak perde olmaz. Zerreler adedince, akla gelen her şey adedince “biz kendimize malik değiliz, her şey O’nundur, her şey O’ndandır.” sadaları kainatı sarmıştır. Her bir zerre, unsur, mineral, molekül O’nu ilan eden bir mektubat-ı Samedaniye hükmünü alır. Kainat bütünüyle ve tek tek bir kasideyi dile getirmeye başlar ve “Hepimiz O’na muhtacız, her şey O’na muhtaç. O’nun hiç kimseye, hiçbir şeye ihtiyacı yok. Saniimiz, Razıkımız, Halıkımız, Rabbimiz O” derler. Hepsi esmayı gizleyen, cilvelendiren birer hazine hükmündedir. Bir tarafta hiçlik, yokluk, acziyet ve fakirlik, diğer tarafta varlıklar adedince sanatlar, güzellikler, harikalıklar… Hepsinin temelinde zerreler, unsurlar, moleküller, elementler, hava, su, toprak var. Ancak hiç bir temel madde bu güzellikleri netice verecek özelliklere ve kabiliyetlere sahip değil. Çünkü bu sanatlar, bu güzellikler ancak “Ol!” emriyle “her şey oluveren” ve emri her ana, her mekana ve hale uygun, hikmetli olan bir kadir-i Mutlak’tan kaynaklanabilir. “Ol!” emriyle “her şey oluveren” iki varlık olamaz. Çünkü bir varlık ya “Ol diyen” ya da “oluveren” olmalıdır. “Oluveren”ler kesretle çok sayıda olabilir, ancak “Ol diyen” tek, misilsiz, benzersiz, zaman ve mekanın dışında olmalıdır.