Mana-i Harfi
İdealizasyon
İnsanların en temel arayışlarından biri kendilerini değerli hissetmektir. Ancak, şimdiye kadar hep üzerinde durduğumuz acz ve fakr gibi iki derin yarayı benliklerinde, özlerinde ve ruhlarında hissederler. Buna bir çözüm arayışı olarak başvurulan yollardan biri yakınlardan, aileden, memleketten birinin büyüklüğünü ön plana çıkarmaktır. Benliğin geniş bir alanda yaşandığı zemin, millettir ve milliyetçilik genişletilmiş bir benlik arayışının tezahürü olmalıdır. Tek başına ayakta durmakta, varlığın ezici taarruzlarına karşı koymakta zorlanan benlikler milli benlik ile güç arayışı içine girerler. Milli benlik içinde ise idealize edilen şahsiyetler, milli kahramanlar o milletin ruhunu canlandırmak, milletin şerefini yüceltmek için bir çare olarak ortaya çıkarılırlar. Nihayet nev içinde, yani insanlık aleminde idealize edilen kahramanlar, bir insan olmanın gururunu, varlık aleminin en üstün türü olmanın hazzını yaşatmaya bir çare olarak, sonsuz uzay boşluğunda küçücük bir dünyayı şenlendiren insanların varolma, ayakta kalma arayışlarının da bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Bütün bunların alt yapısını oluşturan savunma mekanizması, “idealizasyon”dur. Amerikan Psikiyatri Birliğinin tarifine göre; “Birey, emasyonel çatışma ya da iç ve dış stres etkilerine, başkalarına aşırı olumlu özellikler yükleyerek tepki verir” şeklinde anlatılabilecek bir mekanizmadır. Bu mekanizma, toplumun çeşitli katmanlarının, farklı sosyal oluşumların temelini de teşkil eden bir psokodinamik alt yapıyı oluşturmaktadır.
Liderler etrafında şekillenen siyasi oluşumların, şeyhler etrafında şekillenen tarikatların, kahramanlar etrafında şekillenen milletlerin bu tarz arayışlarının temelinde acz ve fakr hastalıklarına bir devam arayışı da yatmaktadır. Bu hastalıklara müptela olan fert kendinde bulamadıklarını grubunda, nev’inde veya milletinde arar. Bu topluluklarda kahramanlar, üstün insanlar oluşturma eğilimine girerler.
Her topluluğun kendi değer yargılarına göre üstünleştirdiği, idealleştirdiği fertler vardır. Bu arayışlar kimi zaman şarkıcı, kimi zaman siyasi lider, kimi zaman ilim adamı, kimi zaman maneviyat büyükleri şeklinde karşılık bulurlar. Her ruh özelliğinde ve kuvvede olduğu gibi kuvve-i gadabiyenin bir uzantısı şeklinde ortaya çıkan “idealizasyon” mekanizmasının da bir vasatı olmalıdır.
Vasatından uzaklaşmış idealleştirme eğilimleri “Şeyh uçmaz, mürid uçurur!” şeklinde ifade edilen, idealleştireni ve idealleştirileni sıkıntıya sokacak benlik algılarında yaralar oluşturacak sonuçlar doğurabilir.
İdealleştirmedeki ölçüsüzlük bu fiilin nesnesi konumundaki fertlerin enfüsi mücadelelerini ve iç alemlerindeki sükünet halini zora sokabilir. Özne konumunda olan, yani idealleştiren fertleri ise hayal kırıklıkları veya aşırı bağlanma tarzındaki tavırlarla şirki işmam eden halleri netice verecek hallerle yüz yüze getirebilir. Bir talebesinin Ziyaettin isimli şeyhini methiye anlamında bütün ilimlere vukufiyeti olduğunu ifade etmesi karşısında Bediüzzaman’ın tavrı “İdealizasyon” için orta yola ışık tutar gibidir. Talebesine hayalinde canlandırdığı, idealize ettiği bir Ziyaeddin’i sevip ona bağlandığını, gayb perdesi açılıp hakiki hal ortaya çıktığında belki aynı muhabbetini muhafaza edemeyebileceğini, oysa kendisinin gerçek Ziyaeddin’i olan ve olabilecek özellikleri ile sevdiğini, yani hayali idealize değil, hakiki Ziyaeddin’i sevdiğini ifade eder. Belki bu hal bütün kahramanlar, liderler, toplumun idealize ettiği her fert için geçerlidir. Her ferdin kendi acz ve fakrı, bunların ruhunda oluşturduğu yaralar sahiplendiği bir topluluk içinde, benliğiyle bağlantılı algılayabileceği bir sosyal birimde kahramanlar, yüce şahsiyetler, pirler, liderler oluşturma eğilimi doğurur. Kendinde arayıp da bulamadıklarını onda bulmak ister, olduğuna inanmak ister. Bu arayış içinde onda olmayanları da ona mal edebilir. Fedakarane, mahviyetkarane ve feragat içinde başka birini yüceltmek şeklinde o benliğin dışında bir tavır gibi gözükmekle birlikte, özünde benliğin bir tezahürü ve bene yönelik bir arayıştır. Hatta belirli bir makamın olduğu sosyal oluşumlarda lidere olan aşırı muhabbet ve methiyeler ferdin o makama yönelik beklentilerinin bir işareti olabilir.
Özde “İdealizasyon” fıtri bir arayıştır. Kendi acz ve fakrı karşısında ayakta kalma arayışı içindeki benlik elbette bir çıkış yolu bulmaya çalışacaktır. Bu fıtri ihtiyacı fıtrata en uygun tarzda karşılayacak olan ve insan nev’inin medar-ı iftiharı, fahr-ı kâinat, Hazret-i Muhammed’dir (asm). İnsanı halkeden ve onu en iyi şekilde tanıyan Zât-ı Hakîm insanlık nev’i içinde idealizasyon için en uygun yol olan Hazret-i Muhammed’i (asm) sevmeyi, O’nu (asm) örnek almayı, idealize etmeyi tavsiye etmiştir. Sünnet-i Seniyyeye ittiba Müslüman ferdin hayatında bu fıtri arayışı karşılamaya yönelik bir tavsiye olmalıdır.
İnsanlık aleminde ve varlık aleminde hiçbir fert, hiçbir unsur Hazret-i Muhammed’den (asm) daha fazla idealize edilmeye, daha fazla övgüye, daha fazla sevgiye lâyık değildir. Nev’iyle iftihar etmenin, benliğine bu şekilde kuvvetlendirmenin en masum şekli onun gibi bir insanın bizler gibi aciz ve fakirler arasından çıkıp Sultan-ı Kâinat tarafından “Habibullah” diye adlandırılmasını öne çıkarmak olmalıdır. Bu halin nirvanası, en nihai noktası ise benlikte bağlantılı olarak algıladığı, nevle bağlantılı olarak algılandığı ve varlıkla bağlantılı olarak algıladığı bütün hallerden sıyrılıp sahip olduğu bütün değerleri asıl sahibinden esma-i hüsnadan ve Zat-ı Zül’celâl’den bilmek olmalıdır. Bu hiçliğinde sonsuzluğu bulma noktası en ideal, ferdin bu hali ise en idealize hali olsa gerektir.