Makaleler
Bediüzzaman ve Hazcılık
Bediüzzaman, hazcılığın sosyal ve siyasal bilimlerin temeli sayıldığı bir ortamda yaşadı. Bu nedenle, klasik kelâmcılar gibi sadece kelâmî-felsefî ispat yöntemleri üzerinde duramazdı, aynı zamanda akıl ve vahyin ilkelerini dinlemeyip kaba içgüdülerin egemenliği altına girerek sefahat ve dalâlete yönelen insanın, bireysel ve sosyal hayatında ne tür tehlikelerle karşılaşabileceği gibi konularla da ilgilenmeliydi.
Bu konuda Bediüzzaman’ın benimsediği yöntem, evrensel bir yöntemdi; insan ya kaba içgüdülerinin ya da aklının kılavuzluğunda yaşamak durumundaydı. Bu yöntemi, aklını kullanma konusunda geniş ölçüde bağımsız kalabilmiş Spinoza, Leibniz, Kant gibi Batılı filozoflar da kullanmışlardı. Bu yöntemi adı geçen filozofların da etkisiyle en çok kullanan düşünür ise Eric Fromm’dur. Bu bakış açısına göre insanda, eylemlerini belirleme alanında bir biriyle çatışan çok sayıda duygu bulunmaktadır. Bir tarafta, kaba hayvanî duyguları, diğer tarafta aklı ve kalbi gibi yüce duyguları. İnsan iradesi bu iki duygu alanının etkisi altındadır. İnsan, hayvanî duygularının egemenliği altına girdiğinde çıkarcılığın, hazcılığın, ırkçılığın, zulmün, sömürünün, kendini ilah görüp başkalarını köleleştirmenin vs. icra alanı haline gelecek ve insaniyetini kaybedecektir. Buna karşılık aklın egemenliğine girmesi halinde başkalarına yardım etme, güçsüzlere şefkat etme, elindeki nimetlere kanaat edip yaratıcısına teşekkür etme yoluna gidecek, çevresine nazik davranacak, böylece toplumda sağlıklı ilişkiler egemen olacaktır.
Bediüzzaman da insanın psikolojik yapısını dikkate alarak, aklın ya da hayvanî duyguların egemenliğinin insanı hangi sonuca götüreceğini çok sayıda misaller üreterek anlatmaya çalışır.
Yedinci Söz’de bu konuda çarpıcı bir analoji geliştirir: Savaş zamanında bir asker kendi ülkesinden çok uzaklarda trajik bir duruma düşer, şöyle ki; bu asker bir taraftan her tarafını saran derin yaralarla uğraşırken, diğer tarafında da ona her an saldırmak üzere olan bir aslandan korunmaya çalışır. Bunlar yetmezmiş gibi, bir de önüne tüm sevdiklerinin sırasıyla idam edildiği idam sehpası dikilmiş, sıranın kendisine gelmesini beklemektedir. Bu zavallı asker böyle umutsuz bir durumdayken sağ tarafından nurlu, iyi niyetli bir kişi belirir ve ona: “Sana iki tılsım verip öğreteceğim, bu tılsımları güzelce kullandığında o aslan sana dost olacak ve bir at gibi hizmetine girecek, o idam sehpası da senin için bir salıncağa dönüşecektir. Ayrıca sana iki ilaç vereceğim, onları kullandığında yaraların hemen iyileşecek, sıhhate kavuşacaksın. Sonra sana bir bilet vereceğim, bir senelik yolu bir günde alacak ve ülkene kavuşacaksın” diyerek teselli verir. Tam bu esnada bu defa sol tarafından şeytan gibi biri belirir, aldatıcı ve baştan çıkarıcı bir üslupla ona yaklaşarak: “Hey arkadaş! Gel beraber eğlenelim, boş zamanımızın tadını çıkaralım, şu şarkıları dinleyip lezzetli yemekleri yiyelim vs.” diyerek askeri baştan çıkarmaya çalışır. Asker ise onun çağrısına aldanarak elindeki bileti atar, ilaçları ve tılsımı kullanmaktan vazgeçer. Bu defa, yine nurlu adam yanında belirerek onu şöyle ikaz eder: “Sakın o şeytana aldanma ve ona: ‘Eğer arkamdaki aslanı öldürüp, idam sehpasını kaldırıp, her tarafımdaki yaraları iyileştirip, ülkeme en kısa bir sürede dönmemi sağlayacak imkânın varsa göster, sonra beraber eğleniriz; yoksa ben işime bakacağım’ de!”
Bediüzzaman bu örneği verdikten sonra kendi nefsine döner ve “Ey gençliğinde gülmüş, şimdi güldüğüne ağlayan nefsim!” diyerek nefsiyle hesaplaşmaya başlar. Analojideki askerin genel olarak insan, aslanın ecel, idam sehpasının ölüm olduğunu söyler. İnsanın gözü önünde her gün, sevdikleri ve dostları ecel celladı tarafından ipe çekilmekte, her insan kendi sırasını beklemektedir. Yaralar insanın âcizliği (güçsüzlüğü) ve fakirliğidir. Yolculuk, insanın ruhlar âleminden, anne karnından, bebeklikten, çocukluktan, gençlikten ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan geçen uzun yolculuğudur. Tılsım Allah inancıdır, bu inançla insan ölüm yoluyla dünya zindanından kurtulup cennet bahçelerine geçer. Bilet ise başta namaz olmak üzere genel olarak farzları yerine getirip, büyük günahlardan kaçınmaktır. Baştan çıkarıcı kişinin teklif ettiği eğlenceler ise; insanı uyuşturan, esas görevini unutturan her türlü gayr-i meşru eğlence ve hazlardır. Aklı olan insan, kendisini gayr-ı meşru hazlara çağıranlara şöyle seslenmelidir: “Eğer ölümü öldürüp zevali dünyadan izale etmek ve aczi ve fakrı beşerden kaldırıp kabir kapısını kapamak çaresi varsa, söyle, dinleyelim. Yoksa sus! Kâinat mescid-i kebirinde Kur’an kâinatı okuyor, onu dinleyelim.” (Nursî, Sözler 1994: 34-37)
Bediüzzaman, eserlerinde insan psikolojisinin derin tahlillerine girişerek insanın neden sefahat ve dalâleti tercih ettiği ve bunun sonuçlarının neler olduğu, bundan kurtulması için ne yapması gerektiği gibi konulara da ciddî şekilde temas eder.
En hacimli eseri olan Sözler isimli kitabının hemen başında, ilginç bir analoji ile iman ve küfrün insana neler kazandıracağını; mü’minle kâfirin olaylara, insanlara, insanlar arası ilişkilere, tarihe, doğaya vs. nasıl baktıklarını anlatmaya çalışır. Bir zaman iki kişi, hem gezmek hem de ticaret yapmak amacıyla seyahate çıkarlar. Bunlardan biri kendini beğenmiş, her şeyi sadece kendi çıkarı açısından düşünen bir kişi; diğeri ise mütevazı ve iyi niyetli bir kişidir.
Birinci adam karamsar olduğundan ve olaylara hep kara bir gözlükle baktığından, gittiği yerde trajik olaylarla karşılaşır. Her yerde zâlimler masum insanlara zulmetmekte, her taraf masumların çığlıklarıyla inlemektedir. Sürekli cenazeler kaldırılmakta, cenazelerin etrafından ağıt sesleri ve çığlıklar yükselmektedir. Herkes ona düşman gözüyle bakmakta, her tarafta müthiş bir boğuşma ve çatışma yaşanmaktadır. Bu durum onu derinden yaralar, bu manzaralardan kurtulmak için kendini alkole vererek sürekli sarhoş gezmeye başlar.
İyimser ve mütevazı olan adam ise, iyi niyetli olduğundan her şeye pembe bir gözlükten bakar ve gittiği yerde çok güzel manzaralarla karşılaşır. Ülkede umumî bir şenlik vardır, her tarafta şarkılar söylenmekte, halaylar çekilmekte, müzik nağmeleri her tarafta çınlamakta, havaî fişeklerle gökyüzünde bir cümbüş yaşanmaktadır. Bir tarafta terhis olan askerler, görevini yapmanın sevinciyle neşe içinde oynamakta, diğer tarafta yeni askere alınanlar dostları ve arkadaşları tarafından neşe çığlıkları içinde uğurlanmaktadır. Öte yandan herkes ona dostça selam vermekte, yardım elini uzatarak onunla arkadaş olmak istemektedir. Bu adam bu ülkede hem kârlı bir ticaret yapar, hem de o insanların eğlencelerine iştirak ederek son derece keyifli günler geçirir.
Bediüzzaman, birinci adamın kâfir veya günahlara dalmış çıkamayan bir fâsık, diğerinin ise sağlam bir inanca sahip bir mü’min olduğunu ifade eder. Kâfir Allah’a inanmadığı için, tüm varlıkların idam edilerek yokluğa savrulduğuna inanmaktadır. Ona göre evrende varlıklar arasında korkunç bir çatışma yaşanmaktadır; güçlüler zayıfları sürekli ezmekte, hayatlarına kast etmektedir. Onun nazarında bütün evren bir ölü evi görünümündedir. Bütün varlıklar, yokluğa atılmanın acısıyla ağlamakta, insan ve hayvanlar ecel aslanının pençesi arasında parçalanmaktadır. Dağlar, denizler ve ormanlar gibi büyük varlıklar ruhsuz cenazeler gibi durmaktadır. Kâfir bu kâinata baktığı zaman, dayanılamayacak manzaralar göreceğinden mutsuz olacak, elem içinde kıvranacaktır. Bunları hissetmemek için, sürekli bunları unutturacak meşgaleler icat etmeye çalışacaktır.
Mü’min ise, kâinatın Allah tarafından yaratıldığı ve idare edildiğine inandığı için, etrafında çok hikmetli ve anlamlı şeyler görür. Bu dünya bir zikirhanedir; tüm varlıklar yaratıcısına karşı şarkılar söyleyerek teşekkürlerini sunmaktadırlar. Ölümler, sadece verilen görevi yapmanın sevinciyle bir terhistir. Buradaki görevini hakkıyla yapanlar, bunun mükâfatını çok daha iyi bir şekilde alabilmek için başka bir ülkeye gönderilmektedir. Bir kısmı ise yeni göreve başlamakta, onun neşesini yaşamaktadır. Her tarafta ilâhî tecellilerle yüz yüze olan insanlar sürur, neşe ve mutluluk içinde yaşamaktadırlar. (Nursî, Sözler 1994: 22 vd.)
Dikkat edileceği gibi Bediüzzaman, kâfirle mü’minin evrene bakış açılarını son derece çarpıcı bir analojide yansıtmıştır. Hareket noktası, kişinin psikolojik yapısıdır. İnsanlara küfür ve imanın nasıl bir bakış açısı kazandırdığını karşılaştırarak, insanları küfrün ve büyük günahların boğucu etkisinden kurtarmak istemektedir.
Risalelerde buna benzer temsiller çoktur. Beşinci Söz, Altıncı Söz ve Sekizinci Söz’deki temsiller buna örnek verilebilir. Gerçekten bu tip basit analojiler, olayların derinliklerindeki gerçeklikleri kavrama açısından son derece etkili olmaktadır. Önce ibretli bir hikaye zihni yormadan anlatılmakta; muhatap belli bir zihnî yoğunluğuna ulaştıktan sonra arkada gizlenmiş/örtülü hakikatler birer birer sıralanmaya başlanmaktadır. İlgili analojileri okuyan ya da dinleyen kimseler, ister istemez zihnî bir muhasebe içine girmekte, kendi hayat tarzını yeniden gözden geçirmeye başlamaktadır. Temsiller onlara; geçici haz ve eğlencelerin gerçekten bağlanılacak, adına risklere katlanılacak şeyler olamayacağını, bu hayatın çok kısa olduğunu, zaten yaşlıların sürekli ölmelerinin bunun en açık kanıtı olduğunu, kısa bir zaman sonra aynı akıbetle kendisinin de yüz yüze kalacağını, öyleyse doğru yoldan yürümeye çalışmak gerektiğini düşündürmektedir.
Bediüzzaman’ın, eserlerini okuyan ya da dinleyen insanlara yeniden bir nefis muhasebesi yaptırabilme başarısı, onu klasik kelâmcılardan ayıran en önemli özelliğidir. Gazâlî’nin İhyâ’sını bir kenara bırakırsak, kelâmcılar arasında bu şekilde bir yöntem izleyen hemen hemen yok gibidir. Bu yüzden tarihte sadece bilgi değil, aynı zamanda ikaz, muhabbet ve mârifet arayanlar, nefis tezkiyesi ve takvalı yaşantı peşinde koşanlar, bunun yöntemini medreselerde bulamamış ve tekkelere yönelmiştir. Bediüzzaman ise eserlerinde medrese-tekke sentezini gerçekleştirerek, insana hem bilgi hem de “mârifet” kazandırmaktadır.