Makaleler
Bağdat Nereden Nereye?
Bugün büyük bir kısmı Irak sınırları içerisinde yer alan Mezopotamya, en eski çağlardan bu yana birçok göç ve istilaya maruz kalmış, birçok medeniyetin doğup gelişmesine şahit olmuştur. Bu topraklar Sümer, Akad, Babil, Asur, Med-Pers, Roma-Bizans, Sasani devletlerinin temsil ettiği kültür ve medeniyete sahne olmuştur. İslâm tarih, kültür ve medeniyetinde de bu bölge çok önemli bir yere sahiptir. Bugün Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’nin işgali altında olan bu topraklar, medreseleriyle, ilim adamlarıyla, İslâm kültür ve medeniyetinin doğup gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Özellikle Bağdat ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Yıllarca Abbasi hilafetinin merkezi olan bu şehir, yüzlerce istilaya uğramasına, iç karışıklıklara, anarşiye sahne olmasına rağmen kuruluşundan günümüze kadar tarih ve medeniyetin güzellik ve çirkinliklerini bünyesinde barındırmış ve İslâm aleminin önemli siyasi, kültürel ve ticari merkezlerinden birisi olmayı başarmıştır.
Kuruluşu
Bağdat, ikinci Abbasi halifesi Ebu Cafer el Mansur tarafından kurulmuştur (772-776). Bağdat’ın kuruluşundaki resmi adı “Medinetüsselam” (barış kenti) idi. Bağdat’ın Medinetüsselam ismiyle kurulmasının nedeni Halife Mansur’un Kur’an-ı Kerim’de geçen “darüsselam” kelimesinden ilham almasıdır. En’am Suresinin 127. ayetinde ve Yunus Suresi’nin 25. ayetinde geçen ve “cennet” manasında kullanılan “darüsselam” kelimesinden esinlenen Mansur, bu şehre Medinetüsselam adını vermiştir.
Bağdat’ın kurulmasının esas nedeni Abbasiler’in doğuya doğru genişlemesiyle birlikte yeni bir merkez aramalarıydı. Devlete yeni bir merkez arayan Mansur elverişli iklim şartları, ticaret yolları üzerinde olması, sulama imkanının geniş olması ve askeri yönden korunmaya elverişli olması gibi nedenlerden ötürü bu bölgeyi tercih etmiş ve Bağdat’ı inşa ettirmiştir. Şehrin planı bizzat halife Mansur tarafından çizilmiştir. Bağdat, kuruluşundan Abbasi Devleti’nin yıkılışına (1258) kadar hilafet merkezi olarak kalmıştır. Osmanlı Devletine dahil edildikten sonra, Bağdat vilayetinin merkezi olmuş, Irak’ın Osmanlı topraklarından ayrılmasıyla birlikte kurulan Irak Krallığının da başkenti olmuştur.
Bağdat, Farsça kökenli bir kelimedir ve “Allah’ın ihsanı veya armağanı” manasına gelmektedir. Bağdat tarihte Buğdan, Medinetü’l Ebu Cafer, Medinetü’l Mansur, Medinetü’l hulefa ve ez-Zevra gibi isimlerle de anılmıştır. Abbasiler’in Bağdat’ı başkent yapmaları ve hilafet merkezini buraya taşımaları bu şehrin ticari, kültürel ve askeri yönden güçlenmesini netice vermiştir. 9. ve 10. yüzyıllar içinde zenginliğin, ihtişamın, bilim ve sanatın merkezi olan Bağdat, yüzlerce istilaya uğramış, birçok iç karışıklıklar, anarşi, kaos ve afetler bu şehrin yapısında önemli değişiklikler meydana getirmiştir.
Medeniyet Merkezi Olması
Abbasi Halifesi Mansur tarafından “Medinetüsselam” ismiyle kurulan Bağdat, İslâm kültür ve medeniyetinin gelişmesine önemli katkıda bulunan birçok eğitim öğretim kurumunun ve bilim adamının faaliyette bulunduğu bir şehir olmuştur. Özellikle 9. ve 10. yüzyıllarda İslâm dünyasının en büyük şehri, en önemli ilim, kültür ve medeniyet merkezi olmuştur. Burada Abbasi hükümdarlarının desteğiyle kurulan eğitim kurumları, birçok bilim adamının yetişmesine zemin hazırlamıştır. Bağdat’ın en önemli eğitim kurumlarından birisi Beytülhikme adıyla bilinen müessesedir. Beytülhikme, Abbasi Halifesi Me’mun tarafından 830 yılında kurdurulmuştur. Bu kurumda Helenistik, İran ve Hint kültürlerine ait eserler tercüme edilmiştir. Beytülhikme tercüme bürosu amacıyla kurdurulmuş iken, zamanla gelişmiş ve pozitif ilimlerin araştırıldığı saygın bir eğitim kurumu haline gelmiştir. 9. ve 10. yüzyıllarda hızlı bir şekilde gelişen tercüme faaliyetleri sonucunda matematik, tıp, zooloji, botanik ve kimyaya dair eserler Müslümanların bilgisine sunulmuştur. 500 yıldan fazla İslâm dünyasında bir kültür merkezi olan bu kurum, Moğol istilasında Hülagu tarafından yıktırılmıştır (1258). Bağdat’taki bilimsel çalışmalar yüzlerce bilim adamının yetişmesine neden olmuştur. Dini ve pozitif ilimlerin merkezi olan Bağdat’ta cebirin kurucusu sayılan Harezmi, İslâm felsefesinin ilk temsilcisi olan Kindi, astronomi ile ilgili çalışmalarıyla tanınan Fergani, kimyacı ve filozof Ebu Bekir er-Razi, İslâm felsefesinin önemli temsilcilerinden olan Farabi ve İbn Sina gibi bilim adamı ve düşünürler bilimsel çalışmalarını gerçekleştirmişlerdir. Hanbeli ve Hanefi mezhepleri Bağdat’ta sistemleştirilmiştir. Kelam, tasavvuf, felsefe alanlarındaki derinliğiyle tanınan İslâm alimi İmam Gazali Bağdat’taki Nizamülmülk medreselerinde hocalık yapmıştır.
Bağdat, kuruluşundan itibaren birçok istilaya, iç savaşa ve tahribata şahitlik ettiği için zamanla mimari yapısında değişiklikler görülmüş, sık sık yeni baştan inşa edilmiştir. Bağdat’ın yapısında önemli değişiklikler yapan olaylardan birisi Halife Emin ile Me’mun arasındaki iktidar mücadelesidir. Bu mücadeleden ötürü şehir büyük zarar görmüştür. Tarihçi Taberi bu mücadelelerden ötürü Bağdat’ın eski ihtişamlı yapısının kaybolduğunu, şehrin büyük bir harabeye dönüştüğünü söyler. 9. yüzyılın son çeyreğinden itibaren görülen seller, yangınlar ve kıtlık Bağdat’ın yapısında olumsuz etkiler meydana getirmiştir. Bu afetlerden ötürü şehirdeki ticari ve kültürel hava bozulmuştur. Bağdat’ın gerek kültürel havasını gerek mimari yapısını köklü tahribata uğratan en mühim olay Moğol istilasıdır.
Moğol İstilası
Bağdat, Moğolların istilasından en fazla etkilenen şehirlerden birisidir. Cengiz Han’ın torunlarından olan Hülagu öncülüğündeki Moğol güçleri, 1258 yılında Bağdat’ı kuşatmıştır. Barış görüşmelerinden olumlu netice çıkmayınca Abbasi halifesi Müsta’sım devlet erkanıyla birlikte Moğollara teslim olmak zorunda kalmıştır. Bağdat’ı işgal eden Moğollar, yaklaşık 500 yıllık kültürel birikimi tahrip etmişlerdir. Kütüphaneler, medreseler, saraylar tahrip edilmiş, binlerce cilt kitap yakılmış, yüzlerce siyaset ve bilim adamı idam edilmiştir. Bu istila sırasında yüzlerce yıldan beri ilim adamlarının yetişmesine hizmet eden Beytülhikme Hülagu tarafından yaktırılmıştır. Moğolların Bağdat’ı istila edip buradaki kültürel eserleri yağmalamaları, yüz binlerce Müslüman’ı öldürmeleri yalnızca Bağdat’ta oluşan kültür ve medeniyeti tahrip etmekle kalmamış, neticeleri itibariyle bütün İslâm dünyasını etkilemiştir. Zira hilafetin merkezi olan Bağdat talan edilmiş, halife öldürülmüş, yüz binlerce ilmi eser yakılmış ve Dicle nehrine atılmıştır. Bu olaylar zinciri İslâm kültür ve medeniyetinde durağanlığın ortaya çıkmasını ve siyasi istikrarsızlığı doğurmuştur.
Bediüzzaman, bu olayı bir sahih hadisi yorumlayarak açıklar. Hazreti Peygamberin, “Benim amcam, pederimin kardeşi Abbas’ın veledinde hilafet-i İslâmiye devam edecek. Ta deccale, o hilafeti -yani saltanat-ı hilafet- deccalin muhrip eline geçecek” mealindeki hadisini yorumlarken, Bağdat’ı tahrip eden Hülagu’nun İslâm deccallerinden birisi olduğunu belirtir. (Şualar, On Dördüncü Şua, s. 434)
Timur İstilası ve bu İstiladan Sonra Bağdat
Bağdat’ta önemli yıkıma neden olan diğer bir olay Timur istilasıdır. 1393 yılında Timur Bağdat’ı işgal etmiş ve şehirdeki yüzlerce binayı tahrip ettirmiştir. Bu olay Bağdat’ın kültürel yapısına indirilen ikinci darbedir. Timur’un tahribatından sonra Bağdat buraya kısa süreli hakim olan Ahmed Celayir tarafından yeni baştan inşa edilmeye çalışılmışsa da eski görünümüne ve önemine kavuşturulamamıştır.
Bağdat 1410-1467 yılları arasında Karakoyunlular’ın eline geçmiş, daha sonra Akkoyunlular tarafından kontrol altına alınmıştır. Bu dönemde Bağdat kötü yönetim yüzünden zarar görmüş, birçok Bağdatlı şehri terketmiştir. Bağdat’ın mimari yapısında büyük hasar meydana gelmiştir. Bağdat 1508 yılında Safevi hükümdarı Şah İsmail tarafından ele geçirilmiştir. Şehir Safevilerin hakimiyetinde iken Şah İsmail’in emriyle Ebu Hanife, Abdülkadir-i Geylani gibi İslâm büyüklerinin türbeleri harap edilmiş, Sünnilere ait birçok mimari yapı zarar görmüştür. Bağdat Osmanlılar ile İranlılar arasında uzun süren mücadelelere sahne olmuştur. Bu mücadelenin nedeni Bağdat’ın ticaret yolları üzerinde bulunması, elverişli iklim şartları ve önemli jeopolitik konumuydu. Osmanlılar Bağdat’ı ele geçirerek Basra’ya kadar olan toprakları kontrol altında tutmak, böylece ekonomisini güçlendirmek istiyordu. Tarihte Irakeyn Seferi olarak bilinen sefer sonucunda Bağdat Osmanlı Devletinin topraklarına dahil olmuştur (1534). 1555 yılında Amasya Muahedesi ile Bağdat’ın Osmanlı devletine ait olduğu hukuken onaylanmıştır. Bu tarihten itibaren Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizler işgal edinceye kadar Osmanlı egemenliğinde kalmış; 1921 yılında Irak’ın krallık haline gelmesiyle başkent olmuştur.
Son Yüzyılda Bağdat
Bağdat, 20. yüzyılın başlarından itibaren hızlı bir şekilde gelişmiştir. 1921’de Bağımsız Irak Devleti’nin başkenti olan Bağdat, 1950’li yıllardan sonra artan petrol gelirleri sayesinde yeniden inşa edilmiş, şehre birçok yatırım yapılmış, sanayi tesisleri kurulmuştur.
Bağdat, Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu bazı İslâm ülkelerinin ve İngiltere’nin Bağdat Paktı’nı imzaladığı şehirdir. 1955 yılında Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere arasında bölgesel savunma amacıyla oluşturulan Bağdat Paktı, İslâm ülkelerinin yayılmacı Sovyetler Birliği karşısında ittifak etmelerini amaçlayan hukuki bir oluşumdur. Sovyetler Birliğinin Ortadoğu’ya inmesini engellemek amacıyla oluşturulan bu ittifak Bediüzzaman tarafından Müslümanların birlik-beraberliğine ve selametine hizmet edebilecek bir gelişme olarak değerlendirilmiştir. Bediüzzaman Bağdat Paktı’nın imzalanmasından sonra Başbakan ve Cumhurbaşkanına yazdığı mektubunda, İslâm ülkelerinin Bağdat Paktı ile ortak gaye etrafında birleşmelerinin, Müslümanların ittihadına engel olan ırkçı politikaları ortadan kaldırabilecek bir gelişme olduğunu ve bu Paktın İslâm aleminin selametini netice verecek gelişmelerin önünü açmasını ümit ettiğini belirtmiştir. (Emirdağ Lahikası-II, s. 438)
Bağdat’ın önemli özelliklerinden birisi yüzlerce savaşa sahne olması ve bu savaşlar sonucunda şehrin tahrip edilmesidir. Şehirde savaşın yaptığı tahribata 20. yüzyılın son dönemlerinde de rastlanır. 2 Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin verdiği karar uyarınca, Amerika Birleşik Devletleri önderliğinde oluşturulan güç Bağdat’ın yollarını, köprülerini, sanayi tesislerini, su ve elektrik şebekelerini tahrip etmiş, binlerce Bağdatlının ölümüne neden olmuştur.
Bağdat, kuruluşundan itibaren şahit olduğu olaylar ile bir anlamda İslâm tarihinin, kültür ve medeniyetinin özetini sunar. Bu talihsiz şehre önceleri barış, bilim, hikmet egemen iken zamanla siyasi mücadelelerden, kabile çatışmalarından, istilalardan, mezhep savaşlarından kaynaklanan kaos ve anarşi ortamı hakim olmuş ve Bağdat’ı neredeyse her yüzyılda bir savaş görülen bir şehir haline sokmuştur. Medinetüsselam (barış kenti) adıyla kurulan Bağdat, ismi ile müsemma olamamış, yüzlerce savaşa sahne olmuş, güzellik ve çirkinlikleri bünyesinde barındırmıştır. Bağdat’ın makus talihi günümüzde de devam etmektedir. Bugün Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere tarafından işgal edilen ve doğal kaynaklarıyla sömürgeci devletlerin ilgisini çeken Bağdat, Hz. Peygamber’in -belki de Arapların akıbetini haber verdiği- “Pek yakında içinizde Arap olmayanlar çoğalacak, mallarınızı yiyecekler ve boyunlarınızı vuracaklar.” (Şifa, 1:345) (Mektubat, On Dokuzuncu Mektub, s. 112) hadis-i şerifini bizzat yaşamaktadır.