Eserleri
Afyon Müddeiumumîsi Abdullah Bey!
Manevî ve şiddetli bir hatıra-i kalbiye, beni sizin ile mahremane bu gelen hasbihali beyan etmeye mecbur etti.
Sen bayramın ikinci günü bana dedin: “Bundan sonra, Van’dan gelen müddeiumumî ile konuşacaksın. Ben ise, senin müdafaatının intişarına karşı bir eser yazıyorum. Hata-Savab Cedvelinde bana isnad edilen hataların tashihine çalışıyorum. Bu eserimi neşredeceğim.” dediniz, daha durmadınız gittiniz.
Müddeiumumî Bey! Sakın sakın eski tarzda hem sana kaç cihetle hem millete hem vatana hem asayişe pek zararı olacağını, beni aldatmayan bir hatıra ile haber verdiğime beni sevkeden üç-dört madde var:
Birincisi: Benim çok kusurlu ve kabir kapısındaki şahsımı çürütmek ve mahkûm etmeye çalışmak ve hükûmeti aleyhime çevirmek, bu sırada acı bir zulümdür. Ben itiraf ediyorum ki: Şahsım çürüktür, kusurludur. Ve Cenab-ı Hak beni kendime beğendirmediğine çok şükrederim. Fakat Kur’an’ın imanî hakikatları olan Risale-i Nur’un hizmeti çürütülmez. Âlem-i İslâm onu takdir ve tahsin etmiştir. O hizmette benim hissem, ihtiyaç ve iltica ile manevî suallerdir ve dertlerimizi hissetmekle Kur’an hazinelerindeki ilâçları elde etmek için yalvarmalardır.
İşte bu sebebe binaen o eserinle garazkârane neşriyat, o kusurlu şahsıma değil belki Nurlarla hizmet-i imaniyeye bir hücum telakki edilecek. İşte bütün muhtaç ehl-i iman, nefretle beddualarla teessüf edip o neşriyat aleyhinde pek çok ehl-i hakikat ve dindar vatanperverler ve milliyetçi cemiyetçiler itiraz ederek, pek lüzumsuz ve zararlı ve hariçten gelen ve ihtilaftan istifade eden dehşetli tehlikeye yardım eden bir ihtilaf-ı efkâr meydana çıkacak. Herkes acıyacak, yalnız yüzde bir-iki dinsiz anarşistler memnun olacaklar. Bu surette sen o eserinle, insafsız ve kıskanç bazı ehl-i vukufun yanlış mana vermelerine ittibaen şiddetli iddianamede yazdığın hataları tashih ve isbat edemezsin. Belki daha büyük bir hataya vesile telakki edilir. Çünkü Adliye ve makam-ı iddia mahiyeti, hiçbir tarafgirlik ve şahsî hissiyatı göstermeyi ve kendi nefsini beğendirmeyi kaldırmaz. Ve müddeiumumî ise; -bir avukat gibi- cezaya maruz masumlar tarafından gelen tekzibler ve şiddetli itirazlardan, enaniyeti cihetiyle müteessir olsa, hükümleri kanunî ve adalet olmaz. Nefsanî ve zalimane olduğuna, meşhur bir hâkim (bir adliye memuru müstehak bir caniye cezayı tatbik ederken hiddetle yapmış) o hâkim onu azletmiş ve “zulmettin” demesi kuvvetli bir hüccettir. Madem hakikat budur. Sen başkalara tâbi olup aleyhimizdeki hatalarını tashih ve eserini neşretmek istersen, en selâmetli yol: Aynen Nur talebeleri nasıl ki aleyhimizdeki mahkeme kararını muhterem bir eser gibi teksir edip karar veren heyet (sen de içindesin) çok hayırlı dua ve takdirleri celbe sebeb oldu. Senin aleyhimizdeki yazılarının şahsıma ait kısmı istediğin gibi şiddetli olsun, fakat mal-ı umumî ve hazine-i Kur’an’ın yadigârları ve ne kadar tenkid nazarıyla bakmışsan herhalde senin ruhunda, hiç çaresi bulunmayan kabrin haps-i münferidine ve ölümün idam-ı ebedîsine karşı kurtarıcı kat’î hüccetleri bırakan Nurların, mahrem parçalarına ait ve cezayı muzaaf bir surette bize çektiren kısmına karşı musalahakârane ve ıslah tarzında ve sair risalelerinin haseneleri o mahremlerin seyyielerini affettirir diye insafkârane müsamaha suretinde tevil ediniz. Tâ bütün Nur talebelerinin hayırlı dualarını ve Nur’daki imanî mes’elelerine ilânatla nazar-ı dikkati celbe vesile olan bu Afyon imtihanımıza terettüb eden çok ehemmiyetli sevabından hisseni alıp, senin eserini dahi kararname gibi Nur talebeleri teksir ve neşretsinler. Hem sana hem vatana tam faide olsun.
Bu mahrem hasbihalin sebeblerinden ikinci madde: Ben fıtraten iki şeyden çok inciniyorum. Biri firaktan, biri adavetten ruhum çok müteellim oluyor. Mümkün olduğu kadar kaçıyorum. Onun için fâni dünyanın firaklı işlerini, sevimli muvakkat dostlarını bırakıp, firaksız bâki şeyleri bulmak niyetiyle inzivaya gidip hayat-ı içtimaiyeyi ve siyaseti bıraktım. Ve dâhilde tarafgirane adavet ve münakaşalara bir vesile olan füruatı değil, belki bütün nev’-i beşerin ehemmiyetli mes’elesi olan erkân-ı imaniyeyi ve beşerin medar-ı saadeti ve umum İslâm’ın esas ve rabıta-i uhuvveti bulunan Kur’an’ın hakaik-ı imaniyesini bulmak ve muhtaçlara buldurmaya hayatımı vakfettim. Hattâ değil yalnız Müslümanlarla, belki dindar Hıristiyanlarla dahi dost olup adaveti bırakmaya çalışıyorum. Harb-i Umumî ve Komünizm altındaki anarşistlik tehlike ve tahriblerinin lisan-ı hal ile “Dünya fânidir, firakla doludur. Ey insanlar, adaveti bırakınız. Geliniz, Kur’an dersini dinleyip birleşiniz. Yoksa sizi mahvedeceğiz.” diye benim mezkûr iki vaziyetimin haklı olduğunu gösteriyor. Bu sırlı hâlimi hükümet bilmediğinden beni çok sıktı. Ben sabrettim. Afyon müddeîsi dahi bazı kıskanç adamlara aldandı, beni ziyade incitti. Bu hapsimde bazan bir gün, bir ay Denizli hapsindeki sıkıntıdan ziyade sıkıntı çektiğim bir zamanda mazlumların silâhı olan beddua etmek hatırıma geldi. Birden dört-beş yaşında bir kız çocuğu pencerelerime alâkadarane bakıyor gördüm. Sordum, dediler: “Abdullah Bey’in kızıdır.” Ben de o mâsumun hatırı için bedduayı bıraktım. Sonra ihtiyarlıktan gelen bir titizlikle tahammül fevkindeki sıkıntılarımın sebeblerine dua ile manevî intikam almak hatırasına karşı kalbe geldi ki: “O zât, herhalde ne kadar inatçı da olsa tenkid nazarıyla baktığından Nur risalelerinden manevî istifade etmiş. Bu istifadesi ve bir-iki sebeb-i âher için bedduadan vazgeç.” ihtar edildi. Gerçi benim gibi çok kusurlu adamın duası nâdiren tesir eder. Fakat “Mazlumun âhı Arş’a kadar gider” sırrıyla ve mes’elemiz bir olan bütün mübarek masum ve müttaki nur talebeleri dualarıma manen “âmîn, âmîn, âmîn” demeleri inşâallah makbul dua hükmüne geçer. Ben de bu manevî silâhımı mecburiyet-i kat’iye olmadan -masum çocuklara zarar gelmemek için- bana zulmedenlere karşı istimal etmiyorum.
Rica ederim gücenme bu gelen faraziyatımdan. Eğer faraza resmî bir makamdan teşvik veya hodfüruşluk damarından bir tahrik veya hukukumu müdafaa için mülâyimane itiraznamemdeki garazsız sana tenkidlerimden bir intikam almak için bu lüzumsuz ve zararlı eseri yazıyorsan kat’iyyen bil ki; sana yüzde bir faidesi olsa doksandokuz zararı olur. Aynen meşhur Doktor Abdullah Cevdet’in Kur’anın bazı hakikatları aleyhine yazılan Doktor Duzi’nin eserini neşretmesiyle rahmetler yerinde onun ruhuna nesl-i âtîden lânetler ve nefretler gelmesi gibi, pek çok ehl-i iman tarafından tenkidler, itirazlar gelmek ihtimali var. Ve şöhretperestlik emeli ise, bütün bütün aksine dönecek ve intikam hissi daha ziyade kabaracak. Çünki mahkemede gördüğün gibi; bir şiddetli ittihamnameye ve bir müddeîye karşı otuz itiraznameler ve Türk’ün kıymetdar yüz zâtları çıktılar. Eğer ben teskin etmese idim, daha ziyade kanun dairesinde hücum edeceklerdi. Senin adavetkârane bir eserin çıksa, Nur talebeleriyle beraber bütün muhalifler ve Nurlara muhtaç binler muarızlar ve bize beraet veren mahkemeler karşına çıkacaklar, eserler yazacaklar. Hem sen iki şiddetli iddianamende muzaaf bir surette bizden hususan benden hata-savab cedvelinin intikamını almışsın. Daha ileriye gitmek gazab-ı İlahîye bir vesile olmak ihtimali var.
Hasbihalin Üçüncü Maddesi: Bizim ve Nurların esas mesleği ve temel taşı “ihlas” olmasından; dünya cereyanlarına ve siyasî işlere bakmamak, meşgul olmamak bize lâzımdır. Tâ ihlasa dokunmasın. Sen bizi tekrar dünya ile meşgul etme, çok rica ederiz.
Said Nursî
(14. Şua’dan)