Mana-i Harfi
Tabakalaşan İnsanlık ve Yeni Değerler
Bütün irade ve işleyişlerin içinde dünyanın istikrarlı bir şekilde gelişen ve bütünleşen bir yapısı var. “Medeniyetler çatışması”, “Tarihin sonu”, “Medeniyetlerarası diyalog” gibi tezler gündeme getirilirken insanlık aleminin derinlerinde bir bütünleşme sürecinin yaşandığı gözleniyor. Yeni dönemde ırk, coğrafya, din, dil birliği gibi özellikleri ile tanımlanan milletlerle şekillenmiş kimlikler yerine, insanların birer fert olarak değer kabul edildiği ve insani değerlerin daha ön plana çıktığı dönemlere doğru gidiliyor. Artık dostluklar ve düşmanlıklar sadece mensubiyetler ve taraftarlıklarla değil, topyekün insanlığın sahip olduğu değerler ve değer yargıları etrafında şekillenmektedir. Özellikle, dünyada kargaşa çıkarmak ve bir satranç oyunundakine benzer hesaplarla insanlığı yönlendirmek amaçlı girişimler bu hesapların hedefinden çok, insanlığın derin gelişimine hizmet eder hale gelmiştir. Mesela, 11 Eylül saldırısı dünyaya hakim güçlerin hesapladığı gelişmelerden çok, dünyanın genelinde insanlığı arayan, fazilet ve ahlak gibi değerler etrafında birleşmiş ve zulme ya da emperyalizme karşı ve dünyanın her tarafına yayılmış bir topluluk bulunduğunu ortaya çıkardı. Dünyanın çeşitli yerlerinde farklı dinlere, farklı ırklara, farklı kültürlere, farklı coğrafyalara mensup milyonlarca insan aynı doğrular etrafında bir araya geldiler. Bu durum benlik ve ırkçılık ile oluşturulmuş ulusların kalın duvarlarla birbine kapatılmış uluslar düzeninin yerini temel insani değerler etrafında birleşmiş ve dış görünüşte farklılıklar olsa bile daha derinlerde bütünleşmiş bir beşer tabakalarının aldığına da işaret ediyordu. Garip bir şekilde, birbirleri ile savaşsalar bile ABD devlet başkanı ve eski Irak liderinin bir arada bulunduğu ve insanlık ağacında felsefe dalının uzantısı olan; benlik, hakimiyet, kuvvet, sahiplenmek ve hükmetmek gibi ırkçı ve yayılmacı zihniyetin şekillendirdiği bir beşer tabakası oluşmuştu. Diğer taraftan aynı ağacın nübüvvet tarafında yer alan bilerek ya da bilmeyerek heva yerine Hüda’ya tabi olmuş ve insanı insan yapan erdemleri ırk, coğrafya ve kültürlerden bağımsız olarak ön planda tutan bir beşer tabakası da hem Irak’da hem Amerika’da hem de dünyanın bütün ülkelerinde bir tabakanın uzantıları şeklinde kendini gösterdi. Bunları birbirlerinden haberdar olmadıkları halde bir araya getiren ve hiç bir kulis faaliyeti, propaganda veya başka siyasi girişimler olmaksızın aynı ortak noktada birleştiren özlerinde, ruhlarında ve belkide kısmen genlerinde var olan hakka taraftarlık olmalıydı.
Zaman ve şartlar, yaşadığımız olaylar devletler ve milletler şeklinde ve her iki tarafın da çoğunlukla hevaya tabi olduğu ve benlik ya da ırkçılık kavgası şeklinde yürüttüğü harplerin yerini insanlık tabakalarının, hakkın ve batılın yanında yer alanların mücadelesinin alacağını göstermektedir. Bu dönemden sonra özellikle hakkın ve Hüda’nın tarafında yer alanların bu tabakalaşmanın hızlanması ve belirginleşmesi yönünde gayret sarf etmesi gerekmektedir. “Benim ülkemin ve benim insanımın tavrı doğru, diğer ülkelerin tavrı yanlıştır” gibi siyasi ve tarafgir kabullerin yerini doğruya ve hakka nereden ve kimden gelirse gelsin taraftar olmak şeklinde bir anlayış almalıdır. Bu dönemden sonra biz dediğimizde Türkiye, Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, İran, Irak, Gana, Japonya, Malezya… kısacası bütün dünyada hakkın yanında ve zulmün karşısında yer alan, insanı insan yapan değerleri hayata hakim kılmaya çalışan herkes anlaşılmalıdır. Bu anlayışın karşısında ve hevaya tabi olan herkes Türk, Kürt, İngiliz, Fransız, Amerikalı,… hangi coğrafi tanımdan olursa olsun kimliği ister Müslüman, ister Hıristiyan, ister Musevi, ister ateist olsun vahye dayalı dinlerin özellikle de İslam’ın hakim kılmaya çalıştığı insanlıktan uzak ve ötekiler şeklinde tanımlanması gerekmektedir. Dünyanın ve insanlığın gidişi bu yöndedir ve dünya genelinde diyalog arayışı içindeki sivil güçlerin ön planda tuttuğu ana değer insanlık olmalıdır. Bugün dünyaya anlatılacak İslam da “hakiki insaniyet olan İslamiyet” tanımı etrafında şekillenmiş olarak sunulmalıdır.
Dünyanın yeni düzeninde toplum yapılarını sosyal statü ve ekonomik değerlerden çok, temel insani değerler belirleyecek gibidir. Temel insani değerlerin ise nübüvvet kaynaklı olduğu insanlık tarihinin genel seyri incelendiğinde açıkça ortaya çıkacaktır. Nübüvvetin özünde birleme, birlik, yani tevhid olduğu için bu yolun çıkaracağı nihai netice ahenk içinde ve uyumla bütünleşmiş bir dünya olmalıdır.
İslam zemininde büyütülüp insanlığa sunulacak olan bütün güzelliklerde İslamiyet’in insaniyet yönü öne çıkarılmalıdır. Hakiki insaniyetin bir değer olarak ortaya konması ve insanlığın bu noktada birleşmesi dünya için tek çıkış yolu olarak gözükmektedir. Böyle bir değer etrafında birleşmiş insanlık aleminin varacağı yer nübüvvetin ya da tüm nübüvvet silsilesinin ifadesi olan İslam’ın ürettiği değerler manzumesinden başka bir yer olamaz. Bu aynen ana rahmine düşen bir hücrenin şekillenmesi, doğan çocuğun büyümesi gibi fıtri ve biyolojik işleyişlere benzer bir süreçtir. Tek yapılması gereken bu fıtri gidişin önünde engel olarak durmamak ya da engelleri ortadan kaldırmaktır.