Enstitü Sayfası
Değişim & Gelişim
Değişime Uygun Cevap Veren Bir Adam
Küresel bir dünya köyü sakinleri olarak, iki günü bir olmayacak şekilde hızlı değişim ve gelişim sürecindeyiz. “İnsan aynı nehirde iki kez yıkanamaz” gerçeğini çok çarpıcı bir şekilde yaşıyoruz. Çünkü görüyoruz ki, her gün dünya yeniden kurulur; her sabah taze bir başlangıç; her yeni gün herkese yeni bir alemin kapısıdır. Açıkçası her yeni gün herkese “dün geçti, bugün yeni şeyler söylemek lazım, cancağızım” diyor. Diğer taraftan bu amansız akışta “iki günü bir olan ziyandadır” hakikati gelip önümüze çıkıyor. Problem ise değişime uygun cevap verilip verileme noktasında düğümleniyor.
Önce değişim ve gelişim kavramlarını ele alalım. Değişim, kavram olarak temellilik veya sürekliliğin karşıtıdır. Diğer bir ifadeyle değişim zaman içerisinde eski durumunda kalmayan bir özelliktir. Değişim, zatında anlam taşıyan bir olgu değildir. Bir anlamda değişim, bir durumdan başka-yeni bir duruma geçiş ve bu yeni duruma uygun yeni beklentileri gerekli kılmasıdır. Değişimle birlikte kullanılan kavram “gelişim”dir. Denebilir ki değişim; gelişmeyi getirdiği ölçüde anlamlıdır. Mesela, “yabancılaşma” bir değişimdir ama bir gelişme değildir. Gelişim basitten mükemmele doğru yönelimi olan bir süreçtir. Bu açıdan bakıldığında değişim, insan hayatını devamlı ve anlamlı kılmanın fırsatını tanıyan bir olgudur. Değişmek demek; özü korumak, kadim amacı gerçekleştirmek için ihtiyaç duyulan özelliklerin kazanılmasıdır. Bu süreçte insan ve onun çabası vardır.
Şu da var ki, değişim bir çok “tehdit”leri ve “fırsat”ları birlikte getirir. Buna karşılık birey, grup ve örgütler, maddi-manevi “kaynak” ve “kabiliyet”e sahiptir. Bunların değişimle gelen tehditlerden etkilenmemesi, fırsatlardan keyfiyetli biçimde yararlanması gerekir. Bu, insan ve kurumların olayı fark etmeleri ve duruşlarıyla ilgili bir olgudur.
Değişim dinamiği üzerinde çalışmaları olan Warren Bennis’e dayanarak, kendi etki alanımız içerisindeki “yapısal geliştirme”yi “değişime uygun cevap vermek” olarak tanımlayabiliriz. Bu çerçevede “yapısal gelişim” kişilerin inanış, tutum, davranış, alışkanlık, bakış açısı ve yapılarını değiştirmek suretiyle anlamlı kılmak, ayrıca tabii ve evrensele, yeni değerlere ulaşmak, olumsuzluklarla mücadele etmek ve değişimin kendi hızına daha iyi uymak için oluşturulan eğitim aktivitesidir denilebilir.
Mesela, Osmanlı’nın kuruluş ve çöküşüne değişim ve yapısal gelişim açısından bakabiliriz. İlk zamanlarda çevre değişimi karşısında mevcut kaynak-kabiliyetini iyi organize eden “Osmancık”, dört yüz çadırdan bir dünya devleti inşa ederken, sanayi devrimiyle gelen değişmeler karşısında aynı kaynak ve kabiliyeti organize edip kullanamayan torunları (Osmanlı) tarih sahnesinden çekilmiştir.
Değişime uygun cevap vermeye Japonya’yı örnek gösterebiliriz. Çünkü Japonlar, Batı’dan gelen aynı değişim dalgası karşısında kendi maddi-manevi kaynak ve kabiliyetleriyle yeniden yapılanmayı bilmişlerdir. Mesela, bugün için dünya devleri haline gelmiş olan Japon şirketlerinin kurucuları, eskiden ülkeyi koruyan “Samuraylar”dı. Savaşın, meydanlardan fabrikalara, at sırtından makinelere, askeri birliklerden şirketlere, kısaca sanayi ve ekonomi alanlarına kaydığını fark etmişlerdir. Bunun üzerine “Samuraylar”, “Şirket Samurayları”na dönüşerek; oradaki ruhu, ideali, kültürü, kısaca maddi-manevi kaynak ve kabiliyeti yeni duruma kanalize ederek yeniden yapılanırlar ve doğal yürüyüşlerine devam edeler.
Bediüzzaman’ın Japonya’nın değişime uygun cevap veriş biçimiyle ilgili vurgulama yaptığını biliyoruz. Çünkü Osmanlı Devleti’nin çok yönlü kan kaybettiği son dönemlerinde kendisi İstanbul’a gelerek yaşanan problemlere çözüm için reçeteler sunmuş, önerilerde bulunmuş, bu doğrultuda teşebbüsleri olmuştur. Onun ve benzer aydınların gayretleri, kendini yenileme trenini çoktan kaçıran Osmanlı Devleti’nin acı sonu yaşamasını engelleyememiştir. Osmanlı, değişim sürecinin sonunda yerini yeni oluşuma, “Türkiye Cumhuriyeti”ne bırakmıştır.
Cumhuriyet yönetimi, değişimle birlikte yüzünü Batı’ya dönen Osmanlı içindeki Batıcı anlayışın devamı olarak, bir çok alanda radikal bir tutum sergiliyordu. O zaman için anlamlı bir örnek olan “Japonya’nın Batı karşısındaki daha olumlu duruşunun” aksine bir duruştur bu… Toplumlar için temel teşkil eden sosyo-kültürel dinamiklerde köklü değişiklere gidilerek, yerlerine Batı’ya ait değerler ikame ediliyor, yabancı yaşam tarzı olduğu gibi kabul ediliyordu. Global ölçekli materyalist ve pozitivist dalga, yeni yönetim eliyle ülkede köklü bir “maneviyat krizi”ne yol açmaktaydı. Baş gösteren bu tehdite karşı koymak ve yeni ihtiyaçlara uygun yeni cevaplar verilmesi gerekiyordu.
Bediüzzaman, hayatın her alanında ortaya çıkan bu köklü değişimler karşısında öncelikle gerçeği kabul etmektedir. Değişim karşısında alınması gereken vaziyeti, önceleri yaptığı tespitle “Eski hal muhal, ya yeni hal veya izmihlal!” diyerek resmediyordu. Bu ifadeler değişim gerçeği karşısında alınması gereken tavrı belirleyen evrensel bir ilkedir. Bu ilke; insanın yüzünü geçmişe dönerek imkansızla oyalanma yerine, yeni durum karşısında neler yapılması gerektiğini vurgular.
Bu vurguyla Bediüzzaman, satır arasında şunu söylüyordu: Kainatta var olan değişim kanununa tabi olarak, dün yaşanmış ve geçmiştir. Bütün gerçekliğiyle bizler bugünün yani “yeni hal”in muhataplarıyız. Yaşadığımız çağ, zaman ve hayat “burası”dır. Biz dünün günah ve sevaplarıyla dövünüp-avunmadan, onunla olan anlam bağımızı da inkar edip koparmadan, geçmişten alınması gereken dersimizi alıp, yeni şartların akıllıca analizini yaparak bulacağımız çözümlerle yolumuza devam etmeliyiz. Önemli olan, temel idealler ve değişmeyen kadim amaçlardır. İnsanın varlık-anlam dünyasına ilişkin ana amaçları değişmez, ama şartlar, durumlar ve vasıtalar değişebilir. Sahip olduğumuz temel değerlerle, felaket asrının hırpalanmış insanına söyleyeceğimiz ümit verici, yönlendirici mesajlar vardır. Bu evrensel mesajı yaşanan bir vaka olarak “burada ve şimdi” ortaya koymalıyız. Yolculuğumuzu evvelemirde olduğu gibi yeniden kendimizden, yani insandan başlatarak devam ettirmeliyiz.
Burada şöyle bir tespit yapabiliriz: Bediüzzaman’ın, Osmanlı Devleti’nin hastalıklı dönemindeki çalışmaları, duruma uygun olarak, bireyden ziyade, kamusal alana ve topluma yöneliktir. Osmanlının çöküşüyle paralel yaşadığı ve geride kalan “eski hal” dönemini “Eski Said” olarak nitelendirmişti. Yeni dönemde, “Eski Said”i arkasına alarak “yeni hal” gerçeğine uygun “Yeni Said” olarak kendini tanımlıyordu. O, böyle yapmakla değişim gerçeğini kavrayış bilinciyle, değişimi bizzat kendinden başlatıyordu. Geniş ifadesiyle onun “Yeni Said” adlandırması, onun değişimle gelen yeni durum karşısında geleceğe ilişkin vizyon oluşturma, misyonuna uygun “yeniden yapılanma” projesidir. Yeniden yapılanma projesinin merkezinde bütün kıymet ifadesiyle tek tek insanlar vardır. O, bütün gücü, birikimi ve mesaisiyle insana yöneliyordu. Bu; genelde çağın insanı, özelde kendi insanını içine alan bir vizyondu. Katı materyalizmin inkar dalgasıyla, iç dünyasının anlam direği yıkılarak desteksiz bırakılan çağın insanının ruhuna destek olmak için zamanı “imanı kurtarmak zamanı” olarak tanımlaması bundandı.
Bediüzzaman’ın ifadelerinde “zaman”, değişimle birlikte özel bir yere sahiptir. Çünkü o çağı kuşatan değişim dalgasının ne anlama geldiğini çok iyi fark etmiştir. Bediüzzaman değişen yeni durum karşısında insana yönelik projesini açıklarken “zaman”a vurgu yapar. Bu, onun değişime karşı duyarlılığını gösteriyor. Bu yönüyle onun için zaman, içinde bulunduğu çağ, değişen ve geride kalan eski durumlar karşısında yeni gerçekleriyle birlikte yaşadığı değişimin getirdiği yeni hayattır.
Mesela, Osmanlı Devleti’nin çöküşü kendisiyle birlikte onun bünyesinde yer alan sivil kurumlarında çökme veya içi boşatılmış, kendisinden beklenen veremeyen şekli kurumlar olarak ayakta duruyordu. Dün için anlamlı olan bu kurumlar, değişen durumlara cevap olmanın, yeni beklentileri karşılamanın çok uzağına düşmüşlerdi. Bediüzzaman, yaşanan bu vakayı “Zaman, tarikat zamanı değil” şeklinde isimlendiriyordu. Beri taraftan “Zaman, imanı kurtarmak zamanıdır” derken de yeni duruma uygun olan oluşuma dikkat çekiyordu. O biliyordu ki, bu anlamda değişmek bir nakise değildi. Çünkü değişimle değişmeyen, ancak değişen bütün çağlara ve değişen durumlara uygun mesajı olan elde Kur’an gibi bir Kelam-ı Kadim vardı. Değişim devam ettikçe ve “zaman ihtiyarladıkça Kur’an gençleşiyor”du. Risale-i Nur’un çağın Kur’an tefsiri olması bu anlamın ifadesiydi.
Risale-i Nur Külliyatı; İslam’ın, temel kaynağı olan Kur’an ile beşeri alandaki “müceddit” kabiliyetinin kullanılmasıyla global değişime, yani pozitivist çağa uygun cevabıdır. Değişimle gelen tehditlere karşı koyuş, bir mücadele, sorunlara çözüm önerisi olduğu gibi değişimle gelen insanlığın birikimlerini de kullanarak insanın sağlıklı ve huzurlu hayat yaşamasına ve ebedi hayat beklentilerinin karşılanmasına hizmet etmiştir.
“Milenyuma” girerken, değişimle birlikte 20. yüzyılın sorunlarına önerdiği çözümlerini Bediüzzaman’ın daha baştan önermesi çok anlamlıdır. Bugün için değişimle gelinen nokta, onun dün durduğu nokta olmaktadır. Sözgelimi günümüzde öne çıkan; aile yapısı, bireyi önemseyen biz bilinci, eşler arası ilişkiler, çocuk eğitimi, bireysel açıdan bir bütün olarak insan ve insanın ihtiyaçları, insanın değeri, hayatın anlamı, fiziksel gelişimin yanında zihinsel ve ruhsal gelişim, kalb boyutu olan duygusal zeka, iç anlam, inanç ve duanın gücü, manevi yaşam, güven, sevgi, hakkaniyet, sorumluluk, güzel ve olumlu düşünmek, olumlu davranış, davranışlarda ahlaki boyut, bütünsel bakış açısı, yakın ilgi, insan ilişkileri, bireysel gelişim, sürekli eğitim gibi konular Bediüzzaman’ın eserlerini bilenlerin yabancı olmadığı konulardır.
Bugün için, Bediüzzaman’ı takip edenlerin değişime aynı oranda duyarlı olduğunu söyleyebilir miyiz? Sahip olunan mevcut kaynak ve kabiliyetleri kullanarak, yaşanan değişime gereken zamanda, gereken cevabı ne derece verebildiğini—bir özeleştiri kastıyla—herkes kendisine sormalıdır. Yaşadığımız çağın manevi sorunlarına Hinduizm’dan çözüm aramak zorunda kalan insanlığa, evrensel değerlere sahip kaynağa sahip olanların, çok daha aktif sorumlukları, geniş ve kaliteli hizmetleri olmalıdır. Zaman bunu gerektiriyor çünkü Bediüzzaman’ı anlamak biraz da zamanı anlamak demektir.