Mana-i Harfi
Benlik ve Bayram
Hayatımızın bir çok anında araçlar bazen amacı gölgelemekte, ölçü birimleri asıl olmakta, tartmak için kullanılan nesneler tartılanların önüne geçebilmektedir. Bu halin yaşandığı en belirgin alan, insan benliği olmalıdır. Varlık hep iki yönlüdür; bir yüzü mülke, diğer yüzü melekûta bakar. Varlığın mülke bakan yüzünde vehmi, farazi, itibari olmakla birlikte ruhlarda, yaşantılarda netleşmiş, katılaşmış ve asıl ya da gerçek zannedilen sahiplikler, sınırlamalar, kuşatmalar, söz sahiplikleri gözlenmektedir. Mülk parsellenmiştir. Katı nesnelerde daha net gözlenen ve “teşahhusat” şeklinde ifade edilen; kuşattığı alanı kendininmiş gibi hissettirme hali, bu alana girilememesi, yine nesnenin kuşattığı alanda şekil, suret, hacim, ağırlık gibi özellikleri kendine aitmiş gibi sergilemesi bu halin bir tezahürüdür. Sıvılara ve gazlara doğru bu parsellerin sınırları daha da flulaşır ve netlik kaybolur. Aslında katılıklar, netlikler mülkü belirginleştirmekle melekûtu gölgeleyen unsurlardır. Ruhlarda, zahiri netlikler batını gölgelere dönüşür ve ülfet, ünsiyet şeklinde asıldan, özden uzaklaştırıcı bir hale yol açarlar. Dünya ve içindekiler, makamlar, zenginlikler, topraklar, evlatlar, şehirler, ülkeler aslında farazi ve itibari değerler olmasına rağmen, hayatın aslını ve özünü teşkil eder haldedirler. Sevinçlerimiz, üzüntülerimiz, kazançlarımız, kayıplarımız daha çok bunlar üzerinde şekillenir. Oyuncaklarıyla mutlu olabilen, kendi küçücük dünyasındaki varlıklardan oluştuğunu zannettiği bir alemde yaşayan çocuk misali bir yaşantımız vardır. Hayatı lüks arabalardan, güzel gözükmekten, kaliteli giyinmekten, seçkin semtlerde villalarda oturmaktan ibaret zannederiz. Bunlara ulaşmak amacıyla çok çalışmamızın gerektiğini düşünür, ömür sermayesinin önemli bir kısmını, bazen tamamını bu yolda harcarız.
Ramazan, bayram, kulluk gibi kavramların zihnimizde şekillenmesinde de benzer yaklaşımların etkileri, mülk darlığının izleri gözlenmektedir. Ramazan ayı eğlenceleri, bayram şekerini çağrıştırır olmuştur. Aynı yaklaşımın uzantısı olarak fakirin halini anlamak için tutulan oruç, lüks otellerde düzenlenen iftarlarla zenginlerin birbirlerini ağırladıkları bir halin zemini olur. Zekat vermek borç ödemek gibi ağır gelir. Kısacası dünya ve mülk eksenli bakış ibadetleri ve dini yaşantıyı da maddileştirme, dünyevileştirme gibi bir paradoksu da yaşatır. Oysa, bir ay boyunca mülkün, dünyanın, nimetlerin Yaratıcısına olan üst düzey bir muhatabiyetin ardından yaşanan bir zirve olmalıdır bayram. Tam bir kulluğun, İlahi Kudret karşısında acz ve zaafın daha net hissedilişinin, izinsiz bir lokmayı bile ağzımıza götüremeyeceğimizi kabulümüzün ardından huzura kabul edilişi mülkte hissettirecek bir yaşantı olmalıdır. Bu hal, nurani bir sevinç, ilahi bir muhatabiyetin verdiği neşe, acziyetle kudrete dayanmış olmanın ve O’nun rızasının verdiği huzurun ruhta yansıması şeklinde bir keyfiyettir.
Bayramlıklar, günlerce süren hazırlıkların ürünü baklavalar, leziz yiyecekler, akrabalarla tekrar görüşmelerin ardından pekiştirilen dostluklar mülkte yaşanan, yaşanması gereken güzelliklerdir. Bütün bunlarla birlikte, Ramazan ayı boyunca varlığını daha yakından, daha yürekten hissettiğimiz, ağzımıza giden lokmalarda bile iznini istediğimiz, her lokmanın O’ndan gelen samedani bir mektup, bize muhabbetini hissettiren bir hitap olduğunu daha net yaşadığımız Rahman-ı Zülcemal’e de zirvede bir muhatabiyet olmalıdır. Ruhun asıl sevinç kaynağı, gerçek huzur, rahmani bir neşe bu halle daha belirgin yaşanır. Belki gerçek bayram sevincini O’nun rızasını kazanmak için anne, baba ve akrabaları ziyaret etmek, bayramlıkları O’nun önünde sergileyeceğimiz bir geçit resmine hazırlık halet-i ruhiyesiyle giymek yaşatacaktır. Dünyevi nimetlerin, geçici güzelliklerin, mülke dair lezzetlerin verdiği geçici mutlulukların yerini, Baki-i Sermedi ile oluşan muhabbet ilişkisinin ulvi, baki ve aldanmaz zevkleri alacaktır.
Bayramın en lezzetli taraflarından biri de bir ay boyunca nefsin ve benliğin vehmettiği rububiyete, kendine hakimiyet ve mülke sahiplik duygularına karşı verilen mücadelenin zaferle neticelenmesi sonucunu kutlamaktır. Açlık, susuzluk ve bazen uykusuzluk şeklinde verilen imtihanın yaşattığı geçici sıkıntıların Rahmet-i İlahiye ile olan irtibattan garip bir tür mutluluğa dönüştüğü bayramda, bu mutluluğun ve ilahi muhabbetin sıcaklığı en üst düzeyde ılık ılık kalplere ve ruhlara boşalır. Bazen bir çağlayana dönüşüp, ruhları kaplarına sığmaz ölçüde coşturur. Kuruyan dudaklar gülmeyi, bir ölçüde yorulmuş bedenler dinlenmeyi ve doya doya huzuru yaşamayı hak etmişlerdir. Yılın en güzel periyodunun geçmiş olmasının verdiği hüzünle; bu dönemi hakkıyla geçirmiş olmanın verdiği sevincin birlikte yaşandığı bir karışık duygular dönemidir. Ancak bu paradoks ve çelişkili duyguların yaşattığı, garip bir coşku anıdır.
İmtihanın sırrı, benlikle mücadeledir. Kulun ömrünü nefis ve şeytanla mücadelenin cereyan ettiği bir harp meydanına benzetecek olursak; bu mücadele Ramazan boyunca zirveye ulaşır. Ramazan, bu harbin en çetinleştiği zaman dilimi olmalıdır. Bu an, kulun zaferi ile sonuçlanmışsa, bayram, büyük bir zafer coşkusunun, azmin sonucunda elde edilen başarının kutlanma anıdır. Mülk boyutunda yaşanan güzelliklerin yanında Ramazan Bayramı, benlikle bağlantılı bir mücadele ayının sonu olarak algılanırsa, yeni açılımların, alemin katılığından kurtulup manevi güzelliklerin yaşandığı bir iklime dönüşecektir. Bu dönem, kendinden çok başkalarının ön planda tutulduğu, mülk ve melekûtta “ben”in sınırlılığının gözlendiği, güzelliklerin daha net açığa çıktığı ve ulvi neşelerin, nezih mutlulukların yaşandığı bir zemin olacaktır. Malından bir kısmını, ihtiyaç sahipleri vasıtasıyla asıl sahibine göndermenin yolu olan zekatın getirdiği ve bir gün boyunca tokluğun karşılığında açlığı da yaşamanın verdiği manevi hazzı ve kişinin asıl mal sahibi olmadığı hissini yaşamak, kula gerçek konumunu ve belki de özünü hissettirecektir.