Mana-i Harfi
Risale-i Nur: Tahavvülat-ı Zerrat Şerhi-31
Zerrelerle Kâinat Genişliğinde Bir Hikmet Dokunur
“Beşincisi: Nihayetsiz kemalat-ı İlahiyeyi, hadsiz celevat-ı cemaliyeyi ve gayetsiz tecelliyat-ı celaliyeyi ve gayr-i mütenahi tesbihat-ı Rabbaniyeyi şu dar ve mahdut zeminde ve mütenahi ve az bir zamanda göstermek için zerratı kemal-i hikmetle kudretiyle tahrik edip, kemal-i intizamla tavzif ederek, mütenahi bir zamanda, mahdut bir zeminde gayr-i mütenahi tesbihat yaptırıyor, gayr-i mahdut tecelliyat-ı cemaliye ve celaliye ve kemaliyesini gösteriyor, çok hakaik-ı gaybiye ve çok semerat-ı uhreviye ve fanilerin baki olan hüviyet ve suretlerinden pek çok nukuş-u misaliye ve çok manidar nusuc-u levhiyeyi icad ediyor. Demek, zerreyi tahrik eden, şu makasıd-ı azimeyi, şu hikem-i cesimeyi gösteren bir zattır; yoksa, her bir zerrede güneş gibi bir dimağ bulunması lâzım gelir.”
Bir an hayatımızı ve içinde yaşadığımız alemi göz önüne getirelim. Uzay fotoğraflarını, sonsuz görünümlü bir boşlukta yüzen sayısız gezegenleri, yıldızları, nebulaları, galaksileri, bunların fotoğraflarındaki harika güzelliklerin bazen bir hurma dalını andıran görüntülerini hayal edelim. Sonra dünyanın uzaydan çekilmiş bir fotoğrafını gözönüne getirelim. Harika maviliğini, latif görünüşünü, cezbedici bir yakut misali parlaklığını gözönüne getirelim. Sonra yeryüzüne inip aya bakalım, tecessüm etmiş bir nur, bembeyaz bir güzellik, gönüllere huzur veren bir parlaklık alemimizi nasıl ferahlatıyor, hatırlayalım. Gökyüzünü saran bir pamuk tarlası misali bulutları, atlas bir libas üzerinde pırlantalar misali yıldızları gözümüzde canlandıralım. Her bir mevsimin ayrı güzelliğini; kışta kar gibi beyaz bir saflığı, baharda ışıl ışıl neş’eyi, yazın sımsıcak sevgiyi ve sonbaharda rahmani hüznü tekrar yaşayalım. Sonra yeryüzündeki milyarlarca tür canlıyı; papatyaları, laleleri, nergisleri, gülleri ve ahenkle bir araya getirilmiş renkleri, letafetli görünümleri ile milyarlarca tür bitkiyi gözönüne getirelim. Celalin tecellisi dağları, bunlar içinde rahmete mazhar Arafat’ı, ruha büyük bir rahatlık, gönüllere huzur veren Uhud’u hayal edelim. Ormanları, onların içinde yaşayan ve farklı farklı desenleri, farklı kabiliyetleri, hesaba gelmez özellikleri ile milyarlarca canlı türünü, ceylanları, gergedanları, filleri, gorilleri ve daha sayılamayacak derecede çok çeşitteki varlıkları bir düşünelim. Sonra çekirgeleri, kelebekleri, sinekleri ve rengarenk, cıvıl cıvıl kuşları unutmayalım. Hele, uçsuz bucaksız denizleri, bunlar içindeki sayısız balık türlerini, deniz analarını, planktonları, yengeçleri, yosunları, mercanları hatırlamamak hiç olmaz. Bununla da kalmıyor yine türlerinin sayısı milyarlarla ifade edilemeyecek bakteri, mantar, küf, virüs ve hücre türleri yine yeryüzünün canlı dokusu içinde yer alıyor. Sırf bir insan bedeni üstünde yer alan bakteri dokusu onlarca milyar ve dünya nüfusundan birkaç kat fazla. Bunları çok uzak buluyorsanız, yakına gelelim ve kendi türümüze bakalım. Doğumhanelerde her biri farklı seslerle ağlayan, kimi şişman, kimi zayıf, kimi sarışın, kimi esmer bebekleri düşünelim. Çinlisi, Kızılderilisi, zencisi, beyazı pek çok farklı millet, farklı ırklar, farklı kültürler, farklı sosyal yaşantılar ile beş milyar insan. Doğanlar ve ölenler ile sürekli değişen bir yeryüzü insan dokusu. Bir an zamanı durdurup her birinin halet-i ruhiyesini kontrol imkanı olsa, kimi üzgün, kimi sevinçli, kimi depresyonda, kimi manik, kimi enerji dolu, kimi ılımlı, kimi sinirli ve daha saymamız imkansız pek çok ruh hali gözlenecek.
Şu küçücük dünyaya nelerin sığdığını, ne kadar farklı türlerin olduğunu bir gözönüne getirelim. Mekanda içiçelikler, girintili çıkıntılı yapılar, kıvrımlarla dar bir alana pek çok şey sığdırılıyor. Mesela bir insan akciğeri, yaklaşık 120 metrekarelik bir alanı içine sığdırıyor. Zamanda çok sık değişimlerle kısa bir ana pek çok farklı tecelliler sığdırılıyor. Çünkü İlahi güzellikler sonsuz ve bunların sonlu varlıklarla ifade edilmesi gerekiyor. Cemalin cilveleri çiçeklerde, böceklerde, bebeklerde, gülüşlerde, sevgilerde yansıyor. Aslanlarda, yılanlarda, kızgınlıklarda, kavgalarda, savaşlarda ise Celal tecellileri ortaya konuyor. Bütün bu işlerin, cilvelerin, tecellilerin zemininde, temelinde zerrelerin işleyişi var. Her şeyin temel yapıtaşı, yazıldığı kalemin mürekkebi olan zerreler bu işlerin her birinde, her cilvenin ortaya konmasında, her tecellinin ifadesinde rol alıyorlar. Hızlı değişimler, pek çok tür, sayısız kıvrımlar, her an farklı bir manzara oluşturacak sürekli bir değişim var. Çünkü, sınırsız kavramların sınırlı varlıklarla ifadesi için tüm bunlar gerekli. Her an farklı bir sayfa ve her sayfanın bütün boşlukları eksiksiz dolduruluyor ve sürekli sayfalar çevriliyor. Bu sayede dar bir zeminde sayısız tesbihler, sonsuz ifadeler ortaya konmuş oluyor. Celali ve Cemali güzellikler türler adedince, türlerin fertleri adedince her bir ferdin hayatındaki dakikalar, saniyeler, hesaba gelmez kısalıktaki zaman dilimleri adedince ifade ediliyor. Bu işleyişler nihayetinde pek çok şuur sahibinin ruhlarında manalara dönüşüyor. Her bir varlığın sahip olduğu özellikler, onu ifade eden güzellikler, kişiselleştirdiği ifadeler sonuç olarak gaybi hakikatlerin ifadesi oluyor ve uhrevi meyveler veriyor.
Varlıklar fani, tanımlanabilmeleri diğer varlıklar içinde tanımlanabilmeleri için zaman ve mekan içinde tanımlanan bir şekle yani sınırlılık içinde kazanılan bir anlama ihtiyaç var. Ancak bu varlıkların her bir andaki farklı halleri, hafızalarda bir ilmek ve ömürleri mükemmel bir dokuma haline dönüşüyor. Manalara dönüşmüş misali nakışlar harika birer kilim, paha biçilmez halılar misali esma dokumalarına dönüşüyor. Bütün bu büyük maksatlar, milyarlarca yıldır ve her bir asırda, her bir yılda, her bir saatte, her bir dakikada, her bir anda yapılan değişimlerle dokunan akıl almaz büyüklükteki dokumalar ancak her biri bir ilmek, bir nokta olan zerrelerin ahenkle bir araya gelmesi ile mümkün olabilir.
Büyük patlama öncesindeki ilk atom ile bu cümleyi yazdığımız kalemin ucundaki mürekkebin en son harfinin, en son noktasının, son zerresi arasındaki bir uyum, bir ahenk var. Birinin halinden diğerinin haberdar olması, ona göre şekil alması gerekiyor. Ancak bu şekilde, şimdiye kadar dokunmuş, halen dokunmakta, bundan sonra dokunacak kısmının da önceki motiflere uygun olacağına inandığımız kainat kilimi ahenkli, renk renk motiflerin, Celal ve Cemal dengesi ile dokumaların ortaya çıkması mümkün. Ancak bunun için her bir zerrenin, zerreler adedince, asırlara yayılmış kainat genişliğinde güneş gibi kuşatıcı bir akılları, varlık aleminin başını ve sonunu bilir ilimleri, her şeyin işleyiş planını muhafaza edecek hafızaları olması gerekiyor. Tek zerrede bütün bunların olabilmesi olsa bile bütün zerrelere aynen yansıması gerekiyor. Hepsi ortak özellikler arz eden zerrelerden bu özellikleri taşıyan diğerlerini kontrol ediyor olmalıdır. Oysa zerrelerde birini diğerlerinden daha ön plana çıkaracak olan bir farklılaşma yoktur. Hatta, diğer varlıklar gibi bir hüviyet, özel bir isim alacak özellikler bile onlarda gözlenmez, zerreler tek tek fontlar olarak değil, bir cins olarak bilinirler.
O halde kainat motifinin başını ve sonunu bilen sonsuz bir tasavvur sahibi, her zamana ve her mekana hükmedecek sonsuz bir hikmet sahibi, milyarlarca yıldır ve her yılın en küçük anında ifade edildiği halde bitmeyen sonsuz güzellikler sahibi kainatın bütününe ve her bir zerreye hükmederek bizlere hareket şeklinde gözüken halleri onlardan hasıl edecek ve bütünde bu hareketleri hikmetlere, motiflere ve manalara çevirecek tek zat olmalıdır. O zatın sonsuz cemal, sonsuz celal ve bunların ahengiyle ifade edilen sonsuz kemali olmalıdır. Yani Zat-ı Zülcelal, Zat-ı Zülcemal, Zat-ı Zülkemal olmalıdır. Bütün bu özellikleri sonsuzsa, yani mutlaksa, tek olmalıdır. Bu birliği, celali, cemali ve kemali göstermek için, zerrelerin durmak bilmez hareketlerinde büyük bir hikmet vardır. Varlık tarihi boyunca kainat adının alan her bir levha ve bu levhaların ardarda dizilişi ile dokunan desen genişliğinde bir hikmeti dokumak için telaşlı bir koşuşturma olmalıdır, zerrelerin tahavvülü.