Mana-i Harfi
Karşıt tepki kurma”
“Karşıt tepki kurma” küfrün psikodinamik altyapısını teşkil eden en önemli savunma mekanizmalarından biridir. Maddi alemde gözlenen muhteşem düzen, incelikli hesap, herşeyi kuşatan hikmet akıl yoluyla inkar yolunu kapamaktadır. “Kabul-u adem” yani bir yaratıcının olmadığını kabul edebilmek ve bunu akli ölçüler içinde izah edebilmek mümkün değildir. Aklen inkar yolu bulamayan fert, karşı karşıya kaldığı stres haliyle mücadele edebilmek için daha katı ve kontrölsüz bir inkar hali sergiler. Hatta bu Yaratıcı’ya düşmanlık şeklini alabilir. Bu aşırı düşmanlık hali, aslında karşıt tepkiyi gösteren en belirgin bulgudur. Olmadığına inandığınız bir unsur için normal tavır tepkisizliktir. Etki oluşturanın var olmadığına inanıyorsanız tepki anlamsız olur. Tepki gösteriyor olmak aslında, iç aleminizde yok olduğunu kabul etmediğinizi, ancak dışa öyle yansıttığınızı ve belirli nedenlerle öyle olmasını arzu ettiğinizi gösterir. Bu arzunun en önemli nedenlerinden biri günahlardır. Bediüzzaman, “Her günahta küfre giden bir yol vardır” şeklinde ifade ettiği durum, karşıt tepki kurmanın en belirgin örneklerindendir. Günah işleyen hatasını kabul edip tevbe yolunu seçerse, büyük bir huzur ve sığınacak bir gücü yanında hisseder. Kadir-i Zülcelal’e karşı suç işlemiştir. Ancak ondan başka sığınacak merci de yoktur. İnsan benliğindeki acz ve fakrı örtmek için tekebbür ile isyan ederse, sonuç hüsrandır. Kırık kol ile intikam almak isteyen dengesizin perişanlığını yaşar. Acz ve fakrını kabul edip samimiyetle Yaratanına yönelir ve ondan medet ve af dilerse herşey yoluna girecek, O’na dayanmanın verdiği rahatlık ve inşirah halini ruhunda hissedecektir.
Bu noktada temel problem, benliğin ben-merkezli savunulmasıdır. Kolu kanadı kırık bir benlikle varlık çarklarına karşı koymaya kalkmak, işleyişin önüne geçmek arzusu hüsranla sonuçlanacaktır. Amerikan Psikiyatri Birliği, “karşıt tepki kurma” mekanizmasını, “Birey, emosyonal çatışma ya da iç ve dış stres etkilerine, kabul edilemez düşünce ve duyguları yerine, taban tabana zıt davranış, düşünce ve duyguları koyarak tepki verir (sıklıkla bastırma ile birlikte ortaya çıkar).” cümlesi ile tarif etmektedir. Bu tarif de aslında destek mahiyetindedir. Kişiliğe yönelik, benliğin yüzyüze kaldığı en önemli stres varlık aleminin anlamlandırılması ve benliğin pozisyonunun kavranmasıdır. Bunların zihinde netleşmemiş olması duygusal stresler, muğlaklıklar, huzursuzluklar, doğuracaktır. Bu strese karşı savunma mekanizmasının geliştireceği cevap çözüm bulamayınca çözümsüzleştirme şeklinde olacaktır. Yani bir yaratıcı fikrini iç aleminde tam olarak inkar edemeyince, dışa azgın bir küfrî tavır şeklinde yansıyacaktır.
Zaman zaman başörtüsü ve irtica gibi konularla gündeme gelen baskıcı ve ölçüsüz tavırların alt yapısında da bu mekanizmanın etkileri olmalıdır. Başörtülülerin üniversitelerdeki ortamlarında olmamaları konusunda çok şiddetle tavır koyan öğretim üyelerinin, idarecilerin ruhlarının bir tarafında pişmanlık hissi taşıyor olmaları kuvvetle muhtemeldir. Bu insanların önemli bir kısmı, manevi altyapılarını teşkil eden fıtrî tavır ve konumlarını, dış alemin önyargıları nedeniyle, ortaya koyamazlar. Başörtüsü konusunda duydukları suçluluk ve bundan kaçış, çevrelerinde başörtülü insan görmeme arzusunu doğuracaktır. Kulluk noktasında eksik oldukları inancı, dini imgelerden uzak kalma ve sonuçta bunlara karşı kontrolsüz bir düşmanlık tavrı doğuracaktır.
Bu tezi doğrulayacak hallerden biri de, dini değerlere manevi hallere en büyük düşmanlığın bu değerlerle şekillenmiş topuluklardan çıkmış fertlerde gözlenmesidir. İslami değerlere en büyük saldırılar, İslami değerlerle şekillenmiş ailelerin fertlerinden gelmektedir. Nitekim Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde materyalist yaklaşımlarla kendi ülkelerinin manevi değerlerine bayrak açanlar, bir dönemlerin iyi Müslümanları, hafızları hocalarıdır. Bu insanlar karşılaştıkları manevi stres, bunalım ve buhran hallerine, akıl ölçüleri ile çözüm bulmak ve çareyi benlikleri ile üretmek arayışı içinde oldukları için, sonuç hep hasaret olmuştur. Çözüm ben-merkezli olunca hasaret de görülmemeye çalışılır. Ve sadece düşmanlıkla mukabele edilir. Sonuçta hasaret içinde hasaret yaşanır.
Oysa, tek ve en kolay çözüm, zaten vehmi olan farazi olan benlik ve enaniyetini bir tarafa bırakmaktır. Yaratıcı karşısında acz ve fakrını anlayıp, O’na nisbeten hiçliğinin idrakinde olup O’na karşı tepki kurulamayacağını, kurulursa bu tepkinin azaba dönüşeceğini idrak etmektir. Bu anlamda kaçışın görmezden gelmenin oralı olmamanın, düşünmemenin, bu konuda bir fikri olmadığını beyan etmenin de bir çözüm oluşturmadığını insanlık tarihi ortaya koymaktadır.
Yaratıcı karşısında aczini hissetmek en büyük kuvvet, O’nun yanında hiçliğini idrak bir gücü arkasına almak anlamına geleceğinden mantıklı olan, Kadir-i Zülcelal ile olan ilişkilerde karşı değil yandaş tepki kurmak, bir cirmi olmadığının farkında olmaktır. Bu belki de insanın kendini savunabileceği en güçlü mekanizmadır. Çünkü bütün kainatın Sultanına sığınmak O’nun emri ve izni ile yaşamak anlamına gelmektedir.