Mana-i Harfi
Hayal Aleminde Zıtlıklar İç İçedir
“Üçüncü Vecih:
Budur ki: Eşya mâbeynlerinde, bâzı münâsebât-ı hafiye bulunur. Hattâ, hiç ümit etmediğin şeyler içinde, münâsebet ipleri bulunur. Ya bizzat bulunur veya senin hayalin, meşgul olduğu san’ata göre o ipleri yapmış, onları birbiriyle bağlamış. Şu sırr-ı münâsebettendir ki, bâzan bir mukaddes şeyi görmek, bir mülevves şeyi hatıra getirir. Fenn-i beyânda beyân olunduğu gibi, ‘Hariçte uzaklık sebebi olan zıddıyet ise, hayalde sebeb-i kurbiyettir.’ Yani, iki zıddın sûretlerinin cem’ine vâsıta, bir münâsebet-i hayaliyedir. Bu münâsebetle gelen tahattura, tedâi-i efkâr tâbir edilir. Meselâ, sen namazda münâcâtta, Kâbe karşısında, huzûr-u İlâhîde iken, âyâtı tefekkürde olduğun bir halde, şu tedâi-i efkâr, seni tutup en uzak mâlâyâniyât-ı rezîleye sevk eder.”
İnsanın varlık alemini anlamlandırırken yüz yüze bulunduğu en büyük zaaflardan biri, algılarının sınırlarından kurtulamaması ve ilişkileri yalnızca dışa yansıyanlardan ibaret zannetmesidir. Oysa varlık, derinliğine incelendiğinde atomlar ve hatta atom içi partiküller boyutundan başlayıp güneş sistemleri, galaksilere kadar uzanan akıl almaz ilişkiler ağı gözlenmektedir. Keppler, Copernicus ve Newton gibi bilimin parlak yıldızlarının tanımladığı uzay boşluğundaki yıldızlar ve gezegenlerarası ilişkiler ağının yanında kâinatın bütünündeki atomların hepsi birbiri ile Max Planck’ın yolunu açtığı yeni çığırla tanımlanan ilişkiler sergilemektedirler. Adeta her şey her şeyle, bir şekilde irtibatlıdır.
Bu alemin bir diğer önemli özelliği de her şeyin zıddı ile bilinmesidir. Bu durum ister istemez zıtlar arasında yakın bir bağ oluşturmakta ve beynin kavram haritasında zıt kavramları birbirine yakın hale getirmektedir. Beynin kavram haritasının belirli ilişkiler ağı ile oluştuğu ve şizofreni hastalarında bozulduğu bilinen, “semantic priming” adı verilen bir işleyişle çağrışımların şekillendiği konusunda kanaatleri güçlendiren çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Çağrışımlar en yakından uzağa doğru şekillenmekte, ancak beynin kavram dünyasındaki akışkanlığı içinde bu ilişkiler ağında da bir sınırlama bulunmadığı gözlenmektedir. Beynin normal çalışma şeklinde, mesela “el” kavramı öncelikle daha yakınındaki kavramlardan olan “kol”u, “ayak”tan önce çağrıştıracaktır. Diğer bir ifade ile beyinde “el” kavramından “kol” kavramına ulaşım “ayak” kavramına ulaşımdan daha hızlıdır. Yani, bir kavram kavram haritasında kendisine yakın olan kavramları diğer kavramlardan daha önce ve daha hızlı çağrıştıracaktır. İşte, çağrışımlarda öncelik gözeten beynin bu işleyişi “semantic priming” olarak adlandırılmaktadır.
Genel işleyişte kavram haritasında öncelikler gözetilmekle birlikte her şeyin her şeyle irtibatlı olduğu bir düzen gözlenmektedir. Bazen de hayalde, o anki veya daha önceki yaşantılarla ve değer yargıları ile de bağlantılı olarak ve kimi zaman hiçbir alaka yokken bağlantılar kurulur. Hayalin bu özelliği, en güzel şekilde korku filmlerinde o senaryoları beyinlerinden kısmen görünür şekilde perdeye ya da ekrana yansıtan insanların iç aleminde gözlenmektedir. Hayal aleminde adeta “Ne alakası var?” gibi bir soru ya da bu sorunun cevabına uygun bir işleyiş endişesi yoktur. Her kavram, en uç başka kavramları çağrıştırabilir, en zıt şeylerin birbiri ile alakası kurulabilir. Üstelik her şeyin zıddı ile bilindiği şu alemde, beynin kavram haritasında zıt şeyler birbirine yakın şekilde yerleşmiş olmalıdır. Beynin “semantic priming” ile işleyişinde de zıtların birbirini çağrıştırması beklenmeyen bir durum değildir. Hatta bu, edebiyatta bir sanat şeklinde kendini göstermektedir. Zaman zaman zıtların birbirini çağrıştırması gerçeği üzerine bina edilmiş “teşbih”, “istiare”, “mecaz” ve “kinaye” gibi edebi sanatlar bu türdendir ve bunlar “fenn-i beyan” adı altında ayrı bir edebiyat alanı olarak ele alınmıştır. Bu edebiyat alanında, hayal aleminde zıt şeylerin birbirini çağrıştırıyor olmasından faydalanılarak mükemmel ifadeler sergilenmiştir. Bu güzel ifadeler akıldan çok hayali nazara aldığı için, o alemde bir güzellik arayışı olduğu için dış alemde birbirine çok zıt olarak algılanan iki şey bu alemde çok yakın olabilir. Bu durumun farkında olmayanlar divan şairlerini, hatta Mevlana Celaleddin Rumi hazretleri gibi mübarek şahsiyetleri sarhoşlukla, sefihlikle, uyuşturucu kullanıyor olmakla suçlama cahilliğini sergileyebilmişlerdir. Bu nazarlarda, şarabın zahiri manasının iç alemde “ilahi aşk ile sarhoşluk” anlamına yer değiştirebileceğini idrak edememenin sınırlılığı ve sığlığı bu edebe aykırı eleştirileri netice veriyor olmalıdır.
Hayal alemi bugün dilimizde çağrışımlar şeklinde ifade edilen tedayi-i efkar ile en uç varlıklar ve birbirine en zıt şeyler arasında bağlar dokur. Bu durum beden fizyolojisinden tamamen de bağımsız değildir. Mesela, çok sıkışık olduğunuz bir anda kulağınıza gelen bir melodiyi daha sonra dinlediğinizde, herhangi bir fizyolojik sebep yokken aynı sıkışıklığı hissedebilirsiniz. Üzüntülü anınızda gördüğünüz bir yer, her gördüğünüzde size aynı üzüntüyü hatırlatıp hayal aleminde o duyguları tekrar yaşatabilir. Hatta bu olay çok zıt şeyler arasında da gözlenebilir. Mesela, bir düğünde çıkan kavgada bir yakınınızı kaybetmiş olmanız bütün düğünleri sizin hayal aleminizde mateme dönüştürebilir. Hayal aleminde iki zıt birleşmiştir ve aradaki bağı hayal dokumuştur.
Aynı hal zaman zaman ibadet hayatında da yaşanmaktadır. En olmadık zamanlarda, en çirkin manzaralar kişinin hayal aleminde belirebilir. Çoğunlukla en çirkin manzaralar ibadet halinde iken, namazda, dua ediyorken, Kabe’nin karşısında, Rabb-ı Kerim’in huzurunda olduğunuzu hissettiği bir anda, tefekkür halinde kişinin hayal alemine adeta hücum ederler. Aslında bu, hayal aleminde ve kavram haritasında zıtların yakınlığı ile de alakalı bir durumdur. Yine, şeytanın kişiyi ümitsizliğe düşürmek için kullandığı stratejik alanlardan biridir. Bazı din adamlarının, ferdin bu fıtri özelliğini nazara almadan “Kabe’de bile aklından kötülük geçen insanın ruhu tefessüh etmiştir, kalbi kararmıştır! O’nun ne dünyada ne de ahirette yatacak yeri yoktur!” tarzında tehditleri, kişileri ümitsizliğe düşürmeyi hedefleyen şeytana bu hassas noktada yardımcı olmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Benliğini, yaratılış özelliklerini tanımayan, hangi noktalarda imtihan edildiğini tam olarak bilmeyen bir fert için en kutsi işlerlerle meşgulken ve manevi güzellikler içindeyken bir anda, en çirkin manzaraların zihninde ve hayalinde belirmesi bir anda ferde ne kadar bayağılaştığı ve adileştiğini düşündürebilir. En kutsi mekânlarda en rezil manzaraların ve işlerin aklına gelmesinden dolayı kişide aşırı bir suçluluk ve değersizlik hissi oluşabilir. İşte bu, manevi imtihanın çetrefilli yollarında, ferdin önüne çıkabilecek şeytani hilelerin üçüncü şeklidir. Bilindiğinde oyuna gelme ihtimali azalır, bilinmezse; ümitsizlikle başlayan ve her bir günahtan küfre giden yol olma potansiyeli taşıyan halin başlangıcı olabilir. Bu dehşet verici halden kurtulmanın yolu rahmet-i mutlaka sığınmak ve bizi bilgilendirerek şeytanın hile ve desiselerinden uzak kalmamıza yardım etmesini niyaz etmek olmalıdır.