Mana-i Harfi
Depersonalizasyon
Psikiyatrinin öncülerinden Kaplan ve Sadock bu terimi, “birinin kişisel kimliğini kaybetmesi ve farklı, yabancı ve gerçek dışı olduğu duygusuna kapılmasıdır; düsosiyatif bozukluklardandır.” şeklinde tarif ederler. Kişinin bilinç ve kimliğindeki ani değişiklik şeklinde ortaya çıkar. Şizofreni de dahil olmak üzere psikoz denilen hastalık gruplarında daha fazla gözlenen bir belirtidir. Amerikan Psikiyatri Birliği’nin mental bozuklukları sınıfladığı DSM-IV isimli katalogda on yedi kategoriye ayrılarak tanımlanmış bozukluklardan biridir.
Beden ve ruh bağlantısı gerçekten çözümlenmesi zor bir muammadır. Ana rahminde yaklaşık üç ay şekillenmiş olan bir bedende varlık alemine açıldığı düşünülen ruh, sürekli bu alemle etkileşim içindedir. Genler, iklim, kültür, eğitim gibi pek çok faktörden bedenî algılarla etkilenen ruhta bir benlik tanımı ve kişilik oluşur. Her ruhun bedenle bağlantılı olarak şekillenen bir benlik tanımı ve kendilik alanı oluşur. Aslında bu hal de bir tür algı ya da bütün algıların toplamından hasıl olan bir sonuç olmalıdır. Bu, belki de hayatla, varlıkla aramızdaki en sıkı bağdır. Bacağımız kırılıncaya ya da gözlerimiz kör oluncaya kadar bu uzuvların hayatımızdaki anlamını ve değerini çoğu zaman fark edemediğimiz gibi, benlik tanımının ve kendilik alanımızın hayatımızda ne denli önemli olduğunu ve varlığın sürekli değişim ve dalgalanmaları içinde ruhun bir tutanağı olduğunu anlayabilmek güçtür. Benlik duygusunun ve genel varlık aleminde kendimizle ilgili algımızın, kişiliğimizin ne denli önemli olduğunu depersonalize olmuş bir hasta gördüğümüzde anlayabiliriz. Bu şahıs kişiliği açısından adeta dağılmış, pelteleşmiş ya da buharlaşmış bir haldedir. Varlık içinde adeta kaybolmuştur. Felsefi anlamdaki nihilizmi ruhunun ta derinliklerinde yaşar. Onun açısından hayatın bir anlamı kalmamıştır. Çünkü ne onu ne de hayatı tanımlayacak bir algı alanı, varlığın kapısını açacak bir anahtar yoktur. Bu hal benliğin ya da enenin hikmetini ve gereğini açıkça ortaya koyar.
Kendine yabancılaşma ya da kısmen depersonalizasyon olarak ifade edebileceğimiz hal, aslına psikoz grubu hastalıklarının ötesinde çok daha yaygın halde yaşanan bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Menfaatleri uğruna dünyayı ateşe verebilecek, küçük bir kazanç için bütün insanlığı gözden çıkarabilecek bir ruh, aslında benliğine ve insanlığına yabancılaşmıştır. Aynı şekilde menfaatleri uğruna namusunu, şerefini ve haysiyetini göz ardı eden bir ruh, gerçek kişiliğinin ve benliğinin çok uzaklarındadır; insanlığı yönünden bakıldığında ağır bir depersonalizasyon yaşamaktadır.
İkinci Lem’a’da anlatılan Eyyûb Aleyhisselam kıssasından aldığımız ölçüler muvacehesinde iç dışa, dış içe çevrilse, aslında genel anlamda insanlığın bir depersonalizasyon olgusu ile yüz yüze olduğunu göreceğiz. Bediüzzaman’ın da çok önemle üzerinde durduğu gibi, insanlığın şu anki en önemli problemi, “Kimsin? Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” gibi çok hayatî soruların cevabını bulmaktır. Bu da insanlık alemindeki derin depersonalizasyonun dışa yansıyan ipuçlarını ortaya koymaktadır. Genel anlamda insanlık elest meclisinde Rabb-ı Kerimleri ile sözleşmiş ve dağların altına girmekten çekindikleri emaneti kabul etmiş, benliklerinden uzaklaşmıştır. Mana boyutundan gelen ve özünde ruhlar aleminin hallerini yansıtan benlik tamamen maddeye ve maddi aleme yönelmekle kendine yabancılaşmıştır. Kendini yalnızca maddi alemin bir parçası olarak algılayan benlik özünden ve aslından uzaklaşmakla, maddi alemde bir tür depersonalizasyon yaşamaktadır. Çünkü, kişilik zahir ve batının, madde ve mananın bütünlüğünden hasıl olduğunda sağlıklı bir zemine oturacak ve sağlıklı kıvamını bulacaktır. Her işi kendisinin çekip çevirdiğine inanan bir insan kendini tam anlamıyla tanımıyor demektir. Varlığın ve kendinden güçlü olanların karşısında büyük korkulara kapılacak, var olmak başlı başına bir tehdit haline dönüşecektir. Yaratıcısı ile bağlantısının farkında olan, kendisinin ve bütün varlıkların gücünü O’ndan olduğuna inanan bir benlik ise Kâinatın Sultanı’na dayalı bir özgüven ve O’nun emri altında hareket eden varlıklar içinde bir emniyet hissi duyacaktır. Depersonalizasyonun en ağır düzeyde yaşandığı hal “ben”in kendilik tanımında yaşanmaktır. Kendini kendine malik zanneden ve bütün işleri tek başına çekip çeviriyor gibi algılayan “ben”, gemide bavulunu yere indirmemekle bir emniyet arayışı içinde olan insanın garabetini yaşamaktadır. Gemi batarsa sırtında taşıdığı bavulunu ve kendisini kurtaramayacağına göre, bavulu bırakmamakta emniyette olduğunu zannetmek ancak konumunu bilmemenin ve kendini tanımamanın bir sonucu olabilir. Bugün yaşanan anksiyete, depresyon, obsesyon gibi psikiyatrik bozuklukların, yani kaygıların, endişelerin, huzursuzlukların, umutsuzlukların, çarpıntıların, kısacası hayatımızda yük haline getirdiğimiz pek çok bozukluğun temelinde kendimizi hakkıyla tanıyamamamız ve konumumuzu tam anlamıyla algılayamamamız yatmaktadır. Bütün kâinatın ve bedenimizin, sonuna kadar güvenebileceğimiz, sonsuz kudret sahibi, incelikle iş yapan bir el tarafından idare edildiğini bilip, bunun rahatlığını yaşayamadığımız için her an deprem, kanser ya da tanımlayamadığımız pek çok tehdidin tedirginliğini yaşıyoruz. Eşyanın idaresinin bizim omuzlarımızda olduğunu zannediyoruz. Gücümüzün çok üstündeki yüklerin altına, yanlış algıladığımız benliğimiz nedeniyle giriyoruz.
En ağır depersonalizasyon kişinin kulluğunu unutması ve Yaratıcısına yabancılaşmasıdır.
Evet, hayatın en temel problemi ve her şeyin çözümünü ortaya koyacak olan; “Kimsin? Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” gibi sorulara doğru ve kuşatıcı cevapları bulmak olmalıdır. Varlığın ve insanın gerçek anlamı, gerçek mutluluk, kalıcı huzur bu soruların cevaplarında gizlidir.