Mana-i Harfi
Risale-i Nur: Tahavvülat-ı Zerrat Şerhi-37
Zerrenin Hikmeti Varlıkla Bilinir
“Suâl: Zerrâtın harekâtın da şu hikmetin bulunması ne ile bilinir?
Elcevap: Evvelâ, bütün masnuâtın bütün intizamâtıyla ve hikmetleriyle sabit olan Sâniin hikmetiyle bilinir. Çünkü, en cüzî bir şeye küllî hikmetleri takan bir hikmet, seyl-i kâinatın içinde en büyük faaliyet gösteren ve hikmetli nakışlara medâr olan harekât-ı zerrâtı hikmetsiz bırakmaz. Hem, en küçük mahlûkatı, vazifelerinde ücretsiz, maaşsız, kemâlsiz bırakmayan bir hikmet, bir hâkimiyet, en kesretli ve esaslı memurlarını, hizmetkârlarını nursuz, ücretsiz bırakmaz.”
Şu noktaya kadar, altı hikmet ile zerrelerin akıl almaz hareketlerinin, ele avuca sığmaz kaynaşmalarının gerisindeki sırlar, bütün bu hareketlerin ne anlama geldiği net bir şekilde ortaya kondu. Zerreler arası irtibatın sıkılığı hiçbir açık kapı kalmayacak derecede ortaya konmasına rağmen, bu soruyla durum iyice pekiştirilmekte; artık zerrelerin hareketinin gerisindeki hikmetin delilleri de ortaya konunca en ufak bir abesiyet, yersizlik, gayesizlik, başıbozukluk şüphesine yer bırakılmamaktadır.
Zerrelerin işleyişinde var olduğundan şüphe edilmeyen hikmet ve gayenin birinci delili olarak; varlıkların bir sanat şeklinde adlandırılabilecek ölçüde incelikli yaratılması, her şeyde bir düzenin, bir intizamın bulunması ve varlık aleminde maksatsız hiçbir fiilin şu ana kadar gözlenmemiş olması zerrelerin hareketlerindeki hikmetin en açık delili olarak öne çıkmaktadır. Hikmetin en belirgin gözlendiği hekimlik sanatında ya da tıp ilmiyle ilgili alanlarda yazılan kitaplarda, mesela, insan bedeninde varlık nedeni bilinmeyen bir organ için genellikle “gereksizdir” ifadesi kullanılmaz, yerine “şu an için varlık nedeni bilinmemektedir” gibi ifadeler tercih edilir. Bu da varlığının bir nedeni olduğuna dair kesin kanaatin ifadesidir. Yani hikmet, müspet bilimlerce zaten kabul edilmiş ve teferruatıyla ortaya konulmuş bir kavramdır.
Her şeyin yerli yerinde, intizamlı oluşu ve işleyişlerdeki organizasyonun aksaksız ve incelikle yürütülüşü, bir iradenin emaresi olmalıdır. Bu irade her şeyle bizzat ilgili olduğunu gösterircesine büyük-küçük ayırt etmeksizin; gezegenler, güneşler, yıldızlar ve galaksilerdeki işleyişin intizamını aynen hücrelerde ve zerrelerde de sergilenmektedir. En ince parça ile bütün aynı özenin, aynı önemin ürünü gibidirler. Görebildiğimiz, algılayabildiğimiz her şeyde incelikli bir sanat, hassas ölçümler ve gözetilen büyük gayeler olduğu, herkesin kabul ettiği ya da etmesi gereken birinci düsturdur. Bu sonuca her fert kendi konumunun sunduğu şartlar ve ölçüler içinde ulaşabilir. Kimi yıldızda, kimi çiçekte, kimi böcekte bu hakikati bulur. İkinci düstur ise her şuur sahibinin ulaşabildiği her bir varlıkta aynı sanat inceliğini, aynı hassasiyeti, aynı önemdeki gayeleri görüyor, gözlüyor olmasıdır. “Gördüklerim sanatlı ve hikmetli ve bu hikmet ve sanat görebildiğim her şeyde var.” düsturlarını elde eden bir gözlemci, artık şu çıkarımı yapabilir: “Benim göremediğim, ulaşamadığım ve algılayamadığım alanlarda da aynı sanat, aynı hikmet geçerli olmalıdır.” İşte bu bölümde “şu hikmetin bulunması ne ile bilinir?” sorusuna karşılı, “varlığın kendisi ile bilinir” cevabı öne çıkarılmaktadır.
Zerre bir yönüyle çok küçük, bir yönüyle çok büyüktür. Çünkü, büyüklük ve küçüklüğün çakıştığı bölünmez noktada ve bütünün birleştiği konumda yer almaktır. Bu bir yönüyle dalga, bir yönüyle tanecik olması gibi bir şey olmalıdır. Hakikatinde, özünde, aslında zerre ve kâinat bir olduğuna ve zerre asıla öze, hakikate daha yakın bir konumda olduğuna göre zerrenin hikmeti, kâinatın hikmeti demektir. Kâinatın zamanı ifade eder tarzda akışı ile ortaya çıkan hikmetli nakışlar özünde kudret kaleminin ucu, zerre ile doludur. Kâinatta, varlık aleminde en küçük, en önemsiz gördüğümüz varlıklar bile hikmetli olduğuna göre bütün kâinat ve varlıklar aleminin hikmetsiz olması düşünülemez. Kâinat hikmetli ise zerre de hikmetlidir.
Varlık aleminin diğer bir genel düsturu ise her şeyde, her işleyişte kendini gösteren ve mahlukatı adeta kuşatmış olan kerem ve adalettir. Bu kerem ve adaletin tezahürü ise bu alemin Rabb’inin vazifeleri karşılıksız, ücretsiz bırakmamasıdır. Her varlık ya bizzat vazifenin verdiği lezzet ya da melekuti ve uhrevi nimetlerle vazifesinin karşılığını almaktadır. Arıyı bal peşinde, aslanı av peşinde ve insanlığın bir kısmını şu dünyanın imarı peşinde koşturan doymak, başarmak gibi duyguların verdiği lezzet şeklinde bir ücret olmalıdır. Sanki her mahluka, en küçüğünden en büyüğüne bütün varlıklara bir kemâl noktası tayin edilmiş ve bu noktaya doğru ilerlemenin her basamağında, o mahlukat doymak ve başarmak tarzı ücretlerle istihdam edilerek, maaşı peşin verilerek koşturulmaktadır. En büyük ücret, en yüksek maaş ise kemâl noktası, bizzat bu noktaya ulaşmanın verdiği tarif edilmez haz olmalıdır.
Muhakemat’ın İkinci Mukaddemesi’nde; “Âlemde meylü’l-istikmâl vardır.” şeklindeki muhteşem cümle şu haşiye ile açılmıştır:
“Her zerrede tekâmül ayandır tekâmüle,
Her soyda füyuz-u hüveydanüma ile
Bir nokta-i kemâle şitâb üzre kâinat,
Ol noktaya teveccüh ile yükselir hayat.”
Sonraki cümle ise bütün bu söylenenleri tamamlayan son nokta gibidir: “Onun ile hilkat-ı âlem kanun-u tekâmüle tabidir.”
Evet, kâinat kemâline koşmakta, varlık çarkları harıl harıl o noktaya ulaşmak için dönmektedir. Bu dönüşler, doğumlarla çarklar arasına çekilen mahlukatı, ölümle nihai noktaya ulaştırmaktadır. Kâinatın nihai kemâl noktası ise cennet ve onun da kemâli cemalullah olmalıdır. Her bir mahluk bu çarklar arasına çekilip, ezilip, sıkıldıktan, kışıratından sıyrılıp özü elde edildikten sonra, uhrevi alemlere hazır özler şeklinde birer melekuti meyve ya da ürün şeklinde, ölümle varlık çarklarının dışına atılırlar. Her zerrede, “tekamüle ayan olan tekamül” sırrınca, kâinat gibi zerrenin de vazifelerinin, hatta tüm kâinatın, her bir varlığın işleyişinde vazife almakla belki en ağır yükü kaldıran işlerinin bir ücreti olmalıdır. Zerrenin en büyük ücreti ve kemâl noktası ise iman ile nurlanmak ve değişim, yokluk, noksaniyet, acziyet gibi kavramlardan uzak ,uhrevi alemlerin cismaniyetini teşkil eden nurani yapı taşları haline dönüşmek olsa gerektir. Kemâlin nihayeti ve en büyük ücreti Kemâlullah, cemalin ve cemale müştak olanların nihayeti ve en büyük ücreti ise Cemalullah olmalıdır. Zerrenin kemâl noktası ise Cemalullahı müşahede edenlerin cisimlerini teşkil etmek şeklinde hissedilmekte ve çokça ifade edilmektedir. O halde o melekuti, nurani, manevi ve esmânın güneşler gibi parladığı alem hazırlanacaktır ve bu alemin zerreleri imanla nurlanarak o aleme hazırlanmakta ve Cemalullahın seyircilerini cismani olarak teşkil etmeye namzet olmanın heyecanı ile tahavvül edip, titremektedirler.