Şerh ve İzah
Risale-i Nur: Siyaset ve Şer
Risale-i Nur Eksenli Bir Siyaset Çalışması
Mesnevî-i Nuriye’de dünyaya karşı konulan ölçü, siyasetin dünyası için de geçerli olsa gerektir. Siyaseti—kendi irademizle yönlendirebildiğimiz sürece ve ölçüde—kesben terketmeyeceğiz, ancak—siyasetin hakka dayanmayan ya da dayanması beklenmeyen “ölçüler”ini ve “ilkeler”ini de bilerek—kalben terkedeceğiz. Yani, siyasete sağır ve kör kalıp tembellikle sırtımızı dönmeyeceğiz, siyaset kendi irademize ve kudretimize konu olabilir duruma geldiğinde—meselâ tek bir oy vermek gibi küçük bir katkının mümkün olduğu durumda bile—siyaset için emek harcayacak ve ter dökeceğiz ama kalbimizi de siyasetin ve siyasetin sonuçlarına bağlamayacağız.
Üzerinde düşününce, bu ölçünün belirlediği ince çizgiyi sürdürmenin pek kolay olmadığı anlaşılır. Zira, insan kalben bağlanmadığı bir şey için emek sarfetmekte zorlanır. Tersi de doğrudur. İnsan, emek sarfettiği ve ter döktüğü şeye kalbini vermeden edemez.
İşte ‘ehven-i şerr’, bu zor dengeyi yürütmenin, bu gerilimli alanda yürümenin kuralını koyar ve yolunu gösterir. Günümüzde ‘ehven-i şer’, daha geniş ve kapsamlı bir deyim olmasına rağmen, pratik gereği, en çok siyasetle ilgili olarak gündeme geldi. Risale-i Nur’un muhatapları, yıllardır ‘ehven-i şer’ adına ehl-i dinin çoğunluğundan ayrı düşen bir siyasi tavır sergiledi. Diğerleri de ‘ehven-i şer’ ölçüsünün pek lüks olduğunu ima eden kayıtsız tavırlar içinde oldu. Ne ki, siyasetin günümüzde gelip dayandığı kırılma noktası, her iki tarafı da bir nefis muhasebesinin eşiğine getirmiş olmalı.
‘Ehven-i şerr’in nasıl bir ölçü olduğuna bakalım. Ehven-i şer, ne siyasete tümüyle bigane kalmayı ne de herşeyini siyasete endekslemek gibi safdil bir davranış içinde olmayı gerektirir. Ehven-i şer bir ölçü olduğuna göre, siyasete karşı korumak zorunda olduğumuz bir mesafenin uçlarını belirler. Yeri geldiğinde bir partinin ilçe teşkilatını kuracak kadar yakın oluruz siyasete, ama siyasetin şerli olduğunu, yalana ve riyaya dayalı olduğunu bilecek kadar da uzak dururuz. Bunu yapmak zordur, yapmamak kolaydır. Meselâ, şerli diye siyasetten tümüyle el-etek çekip, haklı ve haksız arasında sözüm ona tarafsız kalarak zulme rıza göstermek, hak aranması gereken yerlerde istiğna tavrı takınarak kendini ezdirmek kolaydır. Kezâ, siyasete bulaşmışken emek verdiğiniz siyasî partiyi adeta kutsamak, hayrı ve şerri aynı partiden olup olmamaya görek tarif etmeye kalkmak, müslüman olmanın ölçüsünü siyasî tarafgirliğe göre belirlemek de kolaydır.
Zor olanı nedir o halde?
Zor olanı, ehven-i şerri gerekçe göstererek bir başka siyasi parti ve pek karizmatik lideri adına ehl-i imanın çoğunluğunun teveccüh ettiği partiye muhalif kalan belli cemaatlerin yapamadığıdır. Zor olanı, yıllardır adı üzerinde bir siyasi partiyi ve o partinin iktidar manevralarını takdis eder derecede davalarını partiye endeksleyen saf ve iyi yürekli insanların yapamadığıdır. Bu iki tavırda da ehven-i şerrin çizdiği mesafe muhafaza edilmemiştir.
Ehven-i şer ölçüsü, bir partiye taraftar ya da muhalif olmayı mevcut siyasî seçeneklerin dışında bir gerekçeye dayandırır. Bir siyasî partiye muhalefetimizin sebebi başka bir siyasî partiye olan taraftarlığımız ise, “ehven-i şerreyn ihtiyar olunur-iki şer arasında ehveni tercih edilir-” ölçüsüne göre hareket etmiyoruz demektir. Aynı şekilde, bir siyasî partiye taraf olmamızın sebebi o siyasî partiye olan muhabbetimiz ise ehven-i şer ölçüsünü yine ihlal ediyoruz demektir. Çünkü, ehven-i şer ölçüsü, bizi mevcut partiler arasında bir tercihe götürüyor gibi görünse de, bütün partilere karşı durmamızı ister, siyasetin işleyişine belli bir uzaklıkta kalmamızı ister. Buna göre, meselâ dindar insanların teveccüh ettiği siyasi partiye başka bir siyasî partiye olan tarafgirliğimiz adına karşı çıkıyorsak, partiler arasındaki tercihimizde isabet etsek bile, bütün partilere karşı olan mesafemizi koruyamıyoruz demektir. Bu da, ehven-i şer ölçüsünden kopmak demektir.
Ehven-i şer tabirinin ikinci kelimesi ‘şer’, siyasî partileri değil siyasetin kendisini tanımlar: siyaset şerlidir. Lâkin bu şerli siyaset içinde bir seçeneğin, meselâ bir partinin diğerlerine kıyasla daha az şerli yani ‘ehven’ şerli olması mümkündür. Ehven olan ve şedit olan şerler arasında tarafsız kalmak, şiddetli olan şerrin lehine geçer ki, bu da şiddetli şerre karşı durmak için mecburen daha hafifi lehine seçimde bulunmamızı gerektirir. ‘Ehven-i şerr’in ilk kelimesi ‘ehven’ de tam burada siyasetle temas noktamızı belirler. Ehven şerli olan siyasî seçeneği diğerlerine karşı tercih etmek zorunda olduğumuzu hatırlatır, ama siyasetin şerli oluşunu da izale etmez, hükümden kaldırmaz. Öyleyse, tıpkı dünyaya karşı kesben yakın, kalben uzak olmamız gibi, siyasete de şerli olduğunu bilerek uzak durmamız, şerler içinde ehvenini şiddetli olana karşı tercih etme zaruretimiz kadar yakın durmamız gerekiyor.
Fakat gariptir ki, ‘ehven-i şer’ teriminin birinci kelimesi ‘ehven’, “namaza yaklaşmayan” Bektaşî misâli, aklımızda daha sıkı yer ederken, ikinci kelimesi olan ‘şerr’i sanki yutarak geçiştiriyoruz. Oysa, tercih ettiğimiz, hatta sempati duyduğumuz siyasî parti, şerler içinde ehveni olabilir ama hâlâ şerler içinde biridir. Ehven-i şer ölçüsü öncelikle siyasetin yekûnuyla ilgili hükmünü vermiştir. Buna göre, menfaat, riya, yalan üzerine dönen siyasetin içinde hangi parti yer alırsa alsın, hayr-ı mutlakaya göre hareket edemeyecektir; siyasetin hakkını vermek istiyorsa, ister istemez şerli olacaktır; şerler içinden biri olacaktır; başkalarının koyduğu şerli kurallara göre oynayacaktır. Dolayısıyla, bu zamanda din adına siyaset meydanında yer almak, mukaddes, pâk, âlî ve mutlak hayır olan din hakikatlerini siyasetin şerli, kirli, riyalı ve süflî kurallarına alet ve tâbi kılmayı gerektirir. Ki böylece, ehven-i şer şöyle dursun, azâm-ı şer irtikab edilmiş olur. ‘Ehven-i şerr’in din adına siyaset meydanına çıkmaya karşı durmak olarak yorumlanmasının en önemli ve öncelikli gerekçesi bu ‘azam-ı şerr’i işlemek endişesidir. Aynı endişe, sadece dindarlar adına siyaset yapan partiye karşı değil, bütün partilere karşı da mesafeli durmayı gerektirir; çünkü hepsi de siyasetin şerli işleyişinden nasibini almıştır. Lâkin, bu endişe, partilerin hepsi şerli diye, siyasete tamamen bigâne kalmayı de gerektirmez. Bütün tercihlerin şerli olduğu yerde, adalet-i izafiyeye göre, şerler içinde ehven olan şerri tercih etmek gerektir; yoksa lakayd ve tarafsız kalarak azam olan diğer şerlere taraftar olmak sözkonusudur. Ancak, bu tercih sırasında, tercih ettiğimiz partinin yine de ‘şer’ olduğunu, en fazlası şerrin ehveni olabileceğini unutmamak, ona ‘hayır’ atfetmemek, ‘hayr’ı bizzat ondan beklememek gerekiyor. Bu ihtiyat, ehven-i şer ölçüsüne göre, bütün partilere karşı korumamız gereken mesafeden kaynaklanır.
Gelgelelim, bütün hizmetini ve cihadını bir partinin iktidarına bağlamak, şerli ve yalanlı siyasetin kurallarına göre işlemek durumunda olan bir kuruma (partiye) hayırlılık atfetmeyi gerektirir; ondan bizzat hayır ummayı gerektirir. Buna göre, mukaddes olan ‘hayır’ı şerli partiler içinde arıyoruz demektir. Oysa, ehven-i şer ölçüsü, partiler içinde hayır aranmaması gerektiğini bildirir; mukaddes ve pâk olan hayrı partilerin ve siyasetin dışında tutar; münezzeh olan hakk’ı siyâsî garazların uzağına saklar. Sonuç olarak, siyasi oyumuzu siyasetin içinde kalarak değil; siyasetin dışında kalarak vermemiz gerekir. Hal böyle olunca, kendince idarecileri dindar ve dürüst olan bir partiye oy vermeyi doğru bulan bir ehl-i iman ile siyasetin şerleri icabı din adına siyaset meydanında bulunmaya muhalefete eden bir başka ehl-i iman arasında particiliğe dayalı bir gerilimin olmaması gerekir. Çünkü, ikinci ehl-i iman birincisinin taraf olduğu partiye doğrudan o partiye ve o partinin liderine vs. garazı yüzünden karşı değil, siyasetin bütününe olan mesafesi dolayısıyla karşıdır.
Sonuç olarak, siyaset, “ben” dediğimiz yerde kaçınılmaz olarak başlayan, sebeblerin tertibi sırasındaki tercihlerimizde gerçekleşen, sonuçları sebeplerin önüne geçirdiğimizde şeytan ile yanyana durabilen, sosyal planda ise şerlerini tanımladığımızda şerrinden uzak kalabileceğimiz eylemler alanıdır.