Mana-i Harfi
Bağlanma (Affiliation)
Bu, insanın daha ana rahminde iken yaşadığı bir haldir. Marula denen on altı hücrelik dönemden sonra ana rahmine gömülünce artık annenin kanı ile beslendiği bir dönem yaşar. Daha sonra ana rahmi içinde beden şekillenirken ve şekillendikten sonra göbeğinden bir kordonla plasenta denen organa bağlanır. Bu organ anne ve bebek arasında oksijen, sodyum, glukoz gibi pek çok hayati önem arz eden maddenin alış verişi için aracıdır. Dolayısı ile ana rahmindeki insan yavrusu ve pek çok türün yavrusu annelerine göbekten bağlıdır. Doğumdan sonra da rızık memeler vasıtası ile gönderilir ve artık kendisi nefes alıp veren bebek, kısmen anneden bağımsız hale gelmekle birlikte, yaklaşık 1.5-2 yaşına kadar rızkı için annesine bağımlıdır. Hayat boyunca gelişim safhalarında kişiliğin oluşumu ve tedrici bir bağımsızlaşma süreci yaşanır. Bir zamanlar korunmaya, himayeye muhtaç yavru, imtihanla yüz yüze geldiği, teklif dönemine ulaştığı dönemde artık kendi ayakları üzerinde durabilir haldedir.
Ancak, yaşanan bu süreç insan ruhunun ve fıtratın derinliklerine bir nebze işlenmiş olmalıdır. Herkes ruhunda bu bağlanma ihtiyacını hisseder. Sosyalleşme, kurumlaşma, aşklar gibi bağlanma duygusunun farklı şekillerini günlük hayatta gözleriz. Toplum içinde daha bağımsız, daha sağlam kişilik yapısıyla şekillenen, hadiseler karşısında daha güçlü ve metanetli tavır sergileyebilen kişiler lider şeklinde tanımlanır ve ilgili fertler bu kişiye bağlanma duygusuna bir karşılık bulurlar. Tümüyle lider özelliği taşıyan, herhangi bir bağlılığı olmayan fertlerin yaşadığı önemli problemlerden biri, bu duygunun karşılıksız olmasıdır. Bu tür fertlerde gözlenen saldırganlık, hırçınlık, huzursuzluk gibi hallerin psikodinamik temellerinde bu durumun etkisi de göz ardı edilmemelidir.
Manevi anlamda da “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” gibi bir yaklaşımla gelişimin belirli fertlere bağlanmakla mümkün olabileceği inancı bu savunma mekanizmasının bir yansıması olmalıdır. Acz ve fakr ile ilahi kudrete muhatap olmakla kendini zayıf gören fert, güçlü hissettiği bir şeyhe bağlanarak bu eksikliği kapatma yoluna gider.
Freud’un “narsistik döneme dönüş”, “ödipal kompleks” gibi kavramlarla ifade ettiği durumlar, günlük hayatta farklı yansımaları yaşanan haller olmalıdır. Ancak, bu tarz ifadelerdeki temel yanlış, ifrat düzeyinde bir yaklaşımla varlık aleminde, sosyal yaşantıda dönen bütün olayları bu yaklaşımla izah etme eğilimidir. Fıtratın bir parçası olduğu daha ana rahminde gözlenen bağlanma hissi, muhakkak hayatın bir parçası olmalıdır. Ancak bütün varlık felsefesini, hayatın her yönünü bu yaklaşım üzerine oturtmak ölçülü ve dengeli bir yaklaşım, vasat yolun bir ifade şekli olarak gözükmemektedir.
İnsanın özünde, ruhunun derinliklerinde tek hücreden ibaret olduğu, 16 hücrenin şekillendirdiği bir top gibi olduğu, yine nur topu gibi bir yavru olup birileri kucağına alıp taşımadan yerinden bile kıpırdayamadığı dönemleri hep hisseder. Daha sonraki dönemlerde geceleri korkup yanlarına sığındığı anne ve babasını hayatın tehditlerine karşı koruyucu bir zırh gibi algılar. Ellerini tutmaksızın sokakta dolaşması büyük bir problemdir. Bir koruyuculuk ve himayenin üst düzeyde arandığı bu dönem kişinin acz ve fakrıyla daha iyi tanıştığı bir süreçtir.
Bağlanma hissinin maddeyi teşkil eden atomların moleküllere, moleküllerin elementlere dönüşümünde gözlenen, kimyasal, kovalent, van de waals gibi eşyanın şekillenmesine benzer bir yönü de vardır. Çocuklukta anne babaya bağlanma, daha sonra dostlara, iş yerinde patrona, taktir ettiği bir arkadaşına bağlanma, aileden başlayıp şu an için dünyaya kadar uzanan bir ilişkiler yumağını oluşturan zemin olur. Bir taraftan savunma mekanizması şeklinde işlerken, diğer taraftan sosyal hayatın oluşumunda rolü olan temel bir unsurdur.
DSM IV’de; “Birey, emasyonel çatışma ya da iç ve dış stres etkenlerine, başkalarından yardım ve destek arayarak tepki verir. Bu sorunları başkaları ile paylaşmayı içerir fakat onları sorumlu hale getirmez” şeklinde tarif edilmektedir.
Bu yönüyle bağlanma adlı savunma mekanizmasını en rahat işletebilecekler alemin, her şeye gücü yeten, her bir şeyden haberdar, kalplerden geçenleri dahi bilen bir Yaratıcı tarafından yaratıldığına inananlar olmalıdır. O’na dayanmayan bir hayat gerçekten acımasız, insafsız ve ezicidir. Hayatın kendisi başlı başına bir stres etkisi oluşturan varlığa yönelik tehdit unsurları içeren bir haldir. Kendini yalnız hisseden, bağlanma mekanizmasını devreye sokamayan fertler için acılar, yıkımlar, kayıplar, tehditler büyük bir emasyonel çatışma, yani duygu aleminde istikrarsızlıklar, karışıklıklar oluşturur. Yalnızlık hissi çaresizliğin, ümitsizliğin, tutunacak dal bulamamanın zeminidir. Bu durumda toplum hayatı, dünya, hatta kâinat kişiye yabancılaşır ve dönen varlık çarkları kişinin etrafında büyük bir girdap oluşturur. Sonuç, çoğu zaman ruhen, zaman zaman bedenen varlık aleminde boğulmaktır.
Diğer taraftan bir şahsa, lidere, dosta, şeyhe tamamen bağlanmak, onu Yaratıcı’ya bir ayine, Yaratıcı’yı tanıtan bir sanat olarak algılayıp bir basamak olarak bağlanmak yerine direk zatına ve zatı namına bağlanmak riski gündeme gelmektedir. Bu da kişiyi dalalet vartalarına atabilecek hallerden biridir. Kainat muhabbeti ile ve yüzü suyu hürmetine yaratılmış Hazret-i Muhammed’i (a.s.m.) bile kendi namına zatı için sevmek istikametli bir bağlanma değildir. Hakiki anlamda, asli şekliyle bağlanılabilecek tek zat, Zat-ı Vacibü’l-Vücud olmalıdır. Benliğin gerçek savunması, ruhta hakiki emniyet ancak bu bağlılıkla hissedilebilir.
Sebeplerin tükendiği noktada, bütün varlıkların ve insanların yardımdan aciz olduğu bir halde, ufukta hiçbir ümit ve çarenin gözükmediği bir anda dua insanın elindeki en büyük bir güç olmalıdır. Çünkü dua, bağlanma şeklindeki savunma mekanizmalarının en güçlüsünü sonsuz kudret sahibi, aczden mukaddes, fakrdan mualla, her şeye gücü yeten, bütün hatırat-ı kalbi işiten bir Zat-ı Zülcemal’e bağlanmakla insanın eline verir. Bağlanma hissini bizlere veren ve bütün semavi kitaplar ve peygamberler ile, en son Kur’an-ı Kerim ve Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ile kendisine bağlanmanın yolunu bize gösteren Rahmanü’r-Rahim’e sonsuz şükürler olsun!