Mana-i Harfi

Supresyon

Bu savunma mekanizması, özellikle Doğu toplumlarında gözlenmektedir. Duyguları, düşünceleri, fikirleri, inançları baskılanmış bir toplum yapısı içinde fertler duygularını ve düşüncelerini ifade etmekten, inançlarını yaşamaktan kaçış hali içinde supresyon mekanizmasını sık sık kullanır bir hale gelmiştir. Amerikan Psikiyatri Birliği bu mekanizmayı: “Birey, emosyonel (duygusal) çatışma ya da iç ve dış stres etkenlerine, rahatsız edici sorunlar, istekler, duygular ve yaşantılar hakkında düşünmekten istemli sakınmayla tepki verir.” şeklinde tarif edilmektedir. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.”, “Neme lâzım!” gibi ifadeler supresyon mekanizmasının günlük lisanla ifade ediliş şekilleridir.

Toplumda genel olarak gözlenen sinmişlik, korku, baskılanmışlık halinin arka planında varlığı ve onun işleyişini tam anlamıyla netleştirememenin getirdiği sorunlar yatmaktadır. İlahi kudret dışında hiç bir gücün kendinden kaynaklanmadığını kabul etmeyen fert, hadiselerin karşısında titremekten, endişelenmekten ve korkmaktan kendini alamayacaktır. Yani varlığı harfî boyutuyla algılamayan bir insan için bizzat varlık ve var olmak baskı unsurudur. Fertlerin bu psikoloji içinde olduğu bir toplulukta zulüm, daha rahatlıkla yer bulacaktır. Kimi zaman devlet, kimi zaman sermaye odakları, kimi zaman ilim sahipleri, kimi zaman illegal olarak şekillenmiş gruplar baskı unsuru olacak ve çok zorlanmadan emniyet yapısı içinde bir yer edineceklerdir. Yaratıcı ve varlık bağlantısını ve her işleyişin kontrol altında olduğunu kabul etmeyen bir fert için her unsurun özellikleri kendinden kaynaklanacak ve kendine ait özelliklerle ortaya çıkacaktır. Bu durumda daha güçlü hissettiği her unsurun karşısında fert kendini aciz ve zayıf hissedecektir. O’nun baskılarına boyun eğmeye mecbur olduğuna inanacaktır. Oysa her mevcut, bütün işleyişleri ile İlahi kontrol altındadır ve bütün özellikleri ile İlahî isimlerin bir yönünü yansıtmaktadır. Varlığı bu yönü ile tanıyan ve buna inancı tam olan, yani tahkiki imânı elde eden adam, “kâinata meydan okuyabilir.” Çünkü kâinat Sonsuz Bir Kudretin en inceliklere nüfuz eden tasarrufu ile çevrilmekte ve her şey, her zerre, zerrelerden oluşan tüm unsurlar O’nun emrine itaat etmektedirler. Bunu bilen, kendini hiç bir şeye boyun eğmek zorunda hissetmez. Her şeyin O’nun kontrolünde olan yaratılmışlar olduğuna inançla, kendini tam hürriyet içinde hisseder.

Supresyon mekanizmasının en çok işletildiği noktalardan biri de Yaratıcı’nın mevcudiyetini inkâr noktasında gözlenmektedir. İnkârı belirli bir mantık silsilesi içinde ortaya koyamayan, aklen izah edemeyen zat, yokluğu kabul etmek yerine, varlığı kabul etmemek yolunu tercih edecektir. Kabul etmemek başlı başına bir supresyon mekanizmasıdır. Bu anlamda düşünmemek, akla getirmemek, ilgilenmemek, oralı olmamak, aklı ve düşünceyi uyuşturmakla iptal etmek başvurulan savunma mekanizmalarıdır. Bunların hepsi bir tür supresyon veya baskılama yoludur. Agnostizm, bir inanç şekli ve farklı bir kabulün adı değil, bir supresyon mekanizmasının adıdır. Son zamanlarda felsefi açıdan bir yaratıcı fikrini inkâr yolu bulamayan fikir erbabının sıklıkla başvurduğu bir tarz olan “agnostik yaklaşım”, yani kabul etmek ya da etmemek konusunda bir fikir sahibi olmamak, bu konuya yönelik herhangi bir izah arayışında da olmamak supresyon mekanizmasının belirgin bir şekilde işletildiği bir tarzdır.

Pek çok şeyde olduğu gibi imanî açıdan da sürekli baskı altındayız. Duygularımızı, düşüncelerimizi ve vicdanımızın sesini baskılıyoruz. Çareyi, düşünmemekte, ilgilenmemekte, oralı olmamakta arıyoruz. Oysa, bu bir çare değil, kaçıştır. Düşünmemek yalnızca geçici bir rahatlama sağlıyor, ancak problemi ortadan kaldıramıyor. Ölüm düşüncesinden, uhrevi alemler düşüncesinden, Azrail’den kaçmak mümkün değildir.

Aklımıza getirmeyerek, hatırlamayarak, ilgilenmeyerek ancak, uzağında kalabiliriz. Şahsi alemimizde yok kabul etmeye çalışabiliriz, ama biliyoruz ki, bu harici gerçekliği değiştirmez. Asıl, inanmayan ferdi kahreden taraf da bu! Gerçeği tamamen ortadan kaldırabilmek mümkün olsaydı, bu büyük rahatlık sağlayabilirdi. Ancak, ne kadar düşünmesek de bütün bu manaları zihnimizden silebilmemiz mümkün olmamaktadır. Her şeyden kaçabiliriz, ama kendimizden kaçamayız. O halde, kaçmak çare değildir. Kaçmak yerine, baskılamak yerine dürüstçe ve cesurca yüzleşip aslını ve özünü anlamaya çalışmak doğru olandır. Bu yönüyle supresyon mekanizması, ferdin hayatında gaflete zemin hazırlayan bir rol üstlenebilmektedir. Kişinin gerçek anlamda kendini savunabileceği bir mekanizma ise problemle yüzleşip, iyi tanımlamak, kaynağını bilmek ve çözümü için Halık-ı Küll-i Şey’e dayanmaktır. Hayır ve şerrin O’ndan geldiğini, O’nun emri ile olduğunu bilip, yine O’na sığınmak, O’ndan medet ummaktan başka çaremiz yoktur. Bunu kabul etmediğimiz anda sürekli baskılama, gizleme, örtme mekanizmaları ile iç basınç artmakta ve sonrasında stres, anksiyete, gerginlik, çatışmalar ve anarşi doğmaktadır. Ferdî ve sosyal anlamda barışın, sükûnetin, huzurun ve refahın kaynağı hakiki iman ve varlığı her yönüyle tanımlamış harfî bir bakıştır. Psikolojik ve sosyal baskılardan kurtulmanın ve bunların oluşturduğu stresten uzak kalmanın yegane yolunun bu olduğuna dair pek çok emare gözlenmektedir.

Author


Avatar