Mana-i Harfi

Risale-i Nur: Tahavvülat-ı Zerrat Şerhi-27

Tahavvülât Ayinelik Şevkinin Tezahürüdür

    “Birincisi: Cenâb-ı Vâcibü’l-Vücudun tecelliyât-ı icâdiyesini tecdid ve tazelendirmek için her bir tek ruhu model gibi ederek, her sene mu’cizât-ı kudretinden taze birer cesed giydirmek ve her bir tek kitaptan ayrı ayrı bin muhtelif kitâbı hikmetiyle istinsah etmek ve bir tek hakikati başka başka sûrette göstermek ve kâinatların ve âlemlerin ve mevcudâtların, tâife tâife arkasından gelmelerine yer vermek ve zemin hazırlamak için, Fâtır-ı Zülcelâl, kudretiyle zerrâtı tahrik ve tavzif etmiştir.”

Varlık aleminde zerrelere doğru uzanan ve sonu gelmez bir küçülme seyri gözlenmekte, zaman boyutunda ise en küçük zaman dilimlerinde, ölçülemeyecek anlarda işler yapılmaktadır. Zaman ve mekanda küçüklüğün, küçülme sınırının sonu yoktur. Bir bedene yaklaşık 50 trilyon hücre sığdırılırken, o bedendeki akciğere kıvrımlar ve giriş çıkışlarla yaklaşık 120 m2’lik bir alan sığdırılmıştır. Bu sürekli kıvrımlardan, içiçelikten, birimlerin küçüklüğünden, dar mekana ve dar zamana çok şeyler sığdırma meyli sezilmektedir. Sonsuz esmânın sınırlı eşya ile ifadesinin tek yolu, tekrar ve bölünmelerle tecelli sayısını artırmak olmalıdır.

Bu noktada zerrelerin tahavvülünde, sürekli ve ard arda hareketinde, bir durumdan diğerine geçişinde; hem ferdiyet, teşahhusat kazanmış her unsurda “icad” şeklindeki tecellisinin sayısını artırmak hem de Vacibü’l Vücud’un mutlak mevcudiyetine mukayyet bedenlerle en parlak şekliyle ayine olabilmenin bitmez bir gayreti ve yoğun çabası sezilmektedir.

Diğer taraftan, varlıklar aleminde her bir varlığın kendi has özellikleri, onu diğerlerinden ayıran ve şahsileştiren, “teşahhusat” kazandıran belirleyiciler gözlemlenmektedir. Bu durum daha önce de iktibas ettiğimiz gibi Bilim ve Teknik dergisinin Ekim 2000 sayısında yer alan “Felsefenin Kuantum Mekaniksel Temelleri” isimli makalede şöyle ortaya konmuştu:

“Felsefede Platon’dan kaynaklanan, sonra da Skolastik Felsefede de hatta bugünkü felsefi tartışmalarda bile karşılaşılan “evrenseller” kavram ve sorunuyla başlayalım. Örneğin neden tüm kediler birbirinden biraz farklı da olsa hepsini kedi olarak tanıyıp sınıflandırabiliyoruz? Platon, bir ideal biçimler evreninde ideal bir kedi fikrinin yada temsilcisinin bulunduğunu bizim de bir şekilde bu biçimden haberdar olduğumuzu ve her kedi gördüğümüzde bu biçimle karşılaştırma yaptığımızı söylüyor. Platon’un açıklamasını bütünüyle benimsemesek de maddesel dünyayı kediler, bulutlar, çakıltaşları gibi kategorilerle algıladığımız ve yorumladığımız bir gerçek.”

Felsefe ve düşünce tarihi boyunca görünen alemin, maddi varlıklar dünyasının gerisinde hep bir şeyler aranmıştır. “Öz”, “töz”, “arke” gibi bir çok terim bu arayışın bir tezahürü olarak ve maddi alemin arkaplanını ifade etmek için kullanılmıştır. Ruhlar alemindeki maddi boyutumuzun günlük maddi hayatımıza ne gibi uzantılarının olduğunu ve Hz. Adem’e yönelik “talim-i esma”dan bizim ne kadar nasibimizin olduğunu bilmediğimiz dikkate alınırsa, belki de bu arayış aslımıza yönelişimizin bir tezahürü olarak kabul edilebilir. Yirmi Beşinci Söz’ün Birinci Şule’sindeki Dördüncü Işık’ta, “… şahs-ı Adem’e talim-i esmâ ünvanıyla, nev-i ben-i ademe ilham olunan bütün ulum ve fünunun talimini ifade eder” şeklindeki ifade hepimizin talim-i esmâdan bir nasibimizin olduğunu ve ilimlerin ve fenlerin önemli ölçüde temellerinin ilham yoluyla oluşturulduğunu ifade etmektedir. İşte, tarih boyunca insanlığın aradığı özün ruh olduğu bu bölümde ortaya konmaktadır. Kainatın bütününde ve içinde yer alan her bir unsur, her bir zerre, her bir fert yani her bir varlıkta onun özelliklerinin sınırlarını çizen bir “ruh” olmalıdır. O tek varlığın sorumlusu ve tesbihat ve ibadetlerini takdim eden müekkel melekle de birlikte anlam kazanan bu “ruh”, zerrelerin sürekli kaynaştığı alemde bir model hükmüne geçmektedir. O varlıktan yansıyan esmâ sayısına ve yoğunluğuna göre bu ruhların mülk boyutu canlı-cansız şeklinde tasnif edilmektedir.

Cansız varlık düzeyinde bile eşyanın bir ruhu, şahsiyeti var olmalıdır. Bir taş da kendine has özellikler, terkipler ve şekillerle sayısız varlıklardan müteşekkil alemde ayırt edilebilir. Onun alt düzeyde ruhunun çizdiği modelden her an milyarlarca kez gelip geçen zerreler, çizilen çerçevede sabit bir taş ifadesini oluştururlar. Cansızlığın ruh boyutunda önemli ölçüde müekkel melekler yer alıyor olmalıdır. Bu durum bitkilerde, tohumdan meyveye olan seyirle aynı zaman dilimine sığdırılan ifadelerin sayısının artışı şeklinde gözlenir. Sürekli koşuşturan, atlayıp zıplayan, farklı farklı sesler çıkaran, bedeniyle her an yani bir şekil çizen hayvanlarda ise anlatım iyice yoğunlaşmaktadır. Her saniye çizilen onlarca tablo yine az zamanda çok şey ifade etmenin bir zemini olarak algılanmalıdır. Hele insan söz konusu olduğunda bu durum daha da harika bir şekle bürünür. Daha önceki ruh düzeylerindeki bütün bedenî şekillenmelerin modeli olan insan ruhu, diğer taraftan ayinelik ve muhatabiyet ile farklı bir boyut kazanır. Bir yönüyle model olarak şekillendiren ruh, diğer yönüyle ayinelikle şekil alır. Model duygu, düşünce, konuşma gibi üstün vasıflarla her an maruz kaldığı değişiklikler sonucunda tecelli eden esmâyı akıl almaz sayılara ulaştırır. Sanatla bu ifadeler ayrı bir derinlik ve farklı boyutlar kazanır ve ruh zirvede bir modele dönüşür.

Bütün kainatta kudretin bir mucizesi olarak her asır, her sene, her ay, her saniye ve kısalığını algılayamayacağımız her an yeni bir ceset, yeni bir beden ve aynı beden olarak algılanan bir tek modelin çizdiği sınırlardan sayısız manalar hasıl olur. Varlıklar fert olarak, tür olarak her bir sınıfı ile ve kainat umumunda sürekli mana hasıl eden ve her an sayısız esmâyı ifade eden bir ruhlar yada modeller alemine dönüşür. Bütün kainata melekler, meleklere ise esmâ ruh verir. Bu nedenle hayatın hayatı iman olmalıdır. İnsan canlı ve cansızların gerisindeki ruhlar aleminden süzülmüş bir hülasa, bir fihriste, hepsinin özeti bir ruha mazhariyeti ile merkezi bir konumda, imanı ile bütün ruhlara ruh ve hayatlara hayat olacak önemdedir. Bu konumdaki insanın ruhunda varlıkların sürekli değişimi, ibda ve inşa ile farklı zaman ve mekan boyutunda yenilenmeleri bir kitaptan binlerce adet çoğaltmak ve kitaplar ededince hikmetin tezahürlerini genişletmek gayesine hizmet ediyor olmalıdır. Bir tarafta türler ve sınıflar şeklinde alemler ve kainatlar çoğaltılır, diğer taraftan zerrelerin varlık ve yokluk arasında sürekli gidiş gelişleri ile aynı kainat bir saniyede trilyonlarca kez, hesaba gelmez adette yenilenir, tazelenir, çoğaltılır.

Zerreler tahavvül eder, bir varlıktan diğerine geçer, kainatı bir baştan bir başa dolaşır, zamanın çok küçük, varlık ve yokluğun üst üste geleceği kadar zaman dilimlerinde yenilenir. Sodyum, potasyum gibi tüm elementler, proteinler, yağlar, aminoasitler, hava, su … ve daha pek çok unsur tahavvül ederler. Çünkü kainatı kuşatan bir ruh, bir şevk hissedilir. Her şeyin gerisindeki ruhların, ervah alemindeki, modeller dünyasındaki genel eğilimi olabildiğince çok çeşitte ve mümkün olduğunca çok sayıda esmâya mazhariyettir. Modellerin çizdiği sınırlar içindeki bedenler, ruhların mülk buyutuna yansıması olan cesetler, diğer bir ifade şekli ile kevniyât malul, aciz, zaman ve mekan sınırları içinde kalmaya mahkumdur. Bu dar alanda sonsuz esmâya mazhariyet için ruhun düzeyine göre modelde sıklıkla yapılan değişiklikler ve ard arda mazhar oluşlar, farklı türlerde ayineliklerle az zaman ve dar mekanda çok sayıda esmâ tazahür eder. Her bir zerrede bütün esmâya mazhariyet şevki ve potansiyeli, sayısız zerreler ordusunun ve zerre taifelerinin hepsindeki aynı hal, mülk boyutunda insanın ruh ayinesine tahavvülat şeklinde yansıyacaktır. Zerreler bu maksatla tahavvül ederler ve bu hal bütün kainatın ruhunu ve hülasasını bir noktada tevhid eder. Vacip olan vücudun, tebei vücutlarda icadî şeklinde tecelli etmesi, her ruhun model olduğu bir alemde tecdit ve tazelenmekle mümkün olur.

Author


Avatar