Makaleler

Bir Yazı – Bir Değerlendirme

1 Mart 2001 tarihli Radikal Gazetesinde, Avni Özgürel imzasıyla, “Nurculuk ve Said Nursi” başlığını taşıyan bir yazı çıktı. Esasında bu yazı, Özgürel’in “Tarikat, Cemaat, Devlet” başlığı ile yürüttüğü çalışmanın/yazı dizisinin bir parçası. Genel olarak Nurculuk ve Said Nursi hakkında verilen bilgilerin doğru ya da doğruya çok yakın olduğunu teslim etmek gerekir. Gerçekten bu yazıda gerçeği esaslı bir biçimde incitecek iddia ve ithamlar yok. Yazının okunmaya değer oluşu sadece bununla sınırlı değil. Doğru habere ve araştırma mahsulü objektif bilgiye ulaşmada pek şanslı olmayan Türk okuyucusu, bu yazıyla eksikliğini duyduğu şeyin hasretini bir ölçüde giderebilir. En önemlisi de, ağır bir ideolojik angajmanın, önüne ne gelirse sürükleyip götürdüğü bir ortamda, Türkiye’de bir din gerçeğini ve özellikle Said Nursi çığırını ilmin ve aklın ışığında anlamayı hedefleyen böylesi girişimleri, ülkemizde iyi şeylerin olabileceğinden ümidimizi kesmememiz için yeterli bir neden sayabiliriz.

Olabildiğince objektif kalmaya özen gösterdiği daha ilk cümlesinden fark edilen Özgürel’i kutlamak gerek. Ne var ki, böyle bir yazının, Özgürel’i, Said Nursi ile Şeyh Said’i bir birinden ayıramayan pek çok meslektaşıyla karşı karşıya getirirse buna da şaşmamalı. Dahası, yazarın, totaliter bir zihniyetin gazabından masun kalmayacağı bir yola girdiği bile söylenebilir. Zira “ideoloji”ler, bütün sert görünümlerinin arkasında duygusal bir yapı taşırlar. Önyargıyla, marazi bir şartlanmışlıkla etrafını “dost-düşman” kamplarına bölünmüş olarak gören bir anlayışın istenmeyen adamlar (persona non grata) listesinin tepesine yerleştirdiği Said Nursi’nin, birden bire, düşünce ve davranışlarıyla yaşadığı çağı çoktan aşmış biri olarak takdim edilmesi bir ideoloji için elbette dayanılmaz(!) bir durumdur.

Bir kez de kendinizi ideolojik aygıtı sorgusuz sualsiz yücelten anlayışın yerine koyarak düşününüz.

Ayrımcı, ırkçı, gerici, demokrasi düşmanı olarak tanımlanıp lanse edilen bir kişiyi, Hıristiyanlarla bile ortak noktalar arayan evrensel bir düşünce sahibi olarak görmekte ne demek(!) Keza Said Nursi’yi, klasik medreselerin taassubuna, modern eğitim kurumlarının inançsızlığına karşı, din ve fen ilimlerinin bir arada verileceği son derece özgün bir üniversitenin müteşebbisi olarak yazmak da ne oluyor(!) Yetmezmiş gibi bir de, pek çok önde gelen bilim adamının onu ve davasını anlamak için didindiğini söylemek ne denli ölçüsüzlük(!) Hepsi bir yana, Said Nursi’nin, Cumhuriyet projesine taraftarlığını açıklayan ilk din adamı olduğunu yazarak kafaları karıştırmak(!) ne büyük ihanet(!) Özgürel, bütün bu cinayetleri işleyerek(!) Türkiye’de çizilen Said Nursi portresinde bir yanlışlık olduğuna değiniyor. Kronik bir duygusallığa saplanıp kalan bir anlayışın, olup bitenleri aklın ve bilimin süzgecinden geçirecek yeni bir yol tercih etmesi, imkansız değilse bile zordur.

Şerif Mardin’in çalışmaları, böyle bir duygusal bünyeyi dönüştürebilecek bir fonksiyon görebilecek mi? Bunu zaman gösterecek, ama Özgürel’in de ektisinde kaldığı Mardin’in din ve “Nurculuk” hakkında yazdıkları muhakkak ki çok farklı ortamlarda daha fazla konuşulacak. Nurculuk ve Said Nursi üzerine elbette ki Şerif Mardin’in bakışıyla eğilmeye kimse mecbur ya da mahkum değil. Mardin’in eksik bıraktığı, değerlendiremediği bilgi ve bulgulardan çok daha farklı sonuçlara ulaşmak elbette ki mümkün.

Özgürel, bu yazısında büyük ölçüde Şerif Mardin’in ve Oliver Leman’ın görüşlerine dayanarak Nurculuğu ve Said Nursi’yi incelemiş. Az önce de değindiğimiz gibi, yazar, kendisini Said Nursinin görüşlerine yakın hisseden kimselerin sert itirazlarına neden olmayacak ölçüde doğru bilgilere dayanarak çalışmasını tamamlamış.

Bir takım eksik ve yanlış anlamalara kaynaklık edecek ifadelere birazdan değineceğiz. Fakat önce, Özgürel’in tanıtmaya çalıştığı Said Nursi portresinden kesitler sunalım:

“Nur Risalelerinin ağır bir dil taşıdığı, dolayısıyla anlaşılmadığı ve bu yüzden de pek çok kimsenin evlerinde bulundurmasına rağmen bu risalelerin oku(ya)madığı” şeklinde Türk aydınları tarafından ileri sürülen düşüncelerin yersiz olduğunu ileri süren Özgürel, bu eserlerin müellifi Said Nursi hakkında Türkiye’de çizilen portrenin de yanlış olduğuna dikkat çekmektedir. Özgürel, yazısında [resmi devlete ve aydınlara egemen olan yaygın kanaatin aksine] Said Nursi’nin ilginç ve zengin bir düşünce yapısına sahip, enteresan bir “ufuk kişilik” olduğuna işaret etmektedir. Yazara göre, Said Nursi, Osmanlıyı sıkboğaz ettiği bir sırada belli konularda Avrupa’ya karşı gayet toleranslı bir yaklaşım tarzı sergileyerek (savaşta ölen Hıristiyanları şehit kabul ederek, hakiki Hıristiyanlarla Müslümanların ortak bir birliğinin mümkün olabileceğini ileri sürerek) geleneksel ulemadan çok farklı bir kişilik sergilemiştir. Din bilimlerinin fen (tabii) bilimlerle bir arada okutulacağı bir üniversite idealine bağlı kalan Said Nursi’nin özlemini çektiği rüyanın, bağlılarının, özellikle bunlardan bir grubun, çeşitli üniversiteler ve çok sayıda okullar açmasıyla, bir bakıma gerçekleştiğini ifade eden yazara göre, Nurculuk önceki hiçbir tasavvufi ekolle kıyaslanamayacak bir harekettir. Çünkü maceralı ve romansı hayatına rağmen Said Nursi kendisinden sonraya, Risale-i Nur gibi yazılı bir kaynaktan başka, hiçbir halife bırakmamıştır.

Özetle bu şekilde eşkali çizilen Said Nursi portresinde ve Nurculuk hakkında hayret edilecek, çok özel bir bulgu ve belge yok. Ancak Özgürel’in bazı tesbitleri oldukça çarpıcı. Üzerinde düşünmeyi hak edecek bir ikisi şöyle: “Nurcular daha çok siyasi sebeplerle ama buna dini gerekçeler bularak bölündüler”. “Gülen hareketi, Said Nursi’den etkilenmekle beraber, zaman içinde yeni yorumlarla geniş kitlelerin gözünde, bu hareketin öncüsünün ‘Türkiye’nin sivil dini lideri” olmaya yöneldiği söylenebilir.

Yazıda bir takım bilgi ve tarih hataları göze çarpıyor. Keza yazarın kastettiğinden ayrı bir anlamı çağrıştıracak ifadelerin yanında, yer yer tashihe muhtaç bilgiler dikkati çekmektedir. Bu noktaları maddeler halinde vermek gerekirse:

1- “Osmanlı hükümeti Avrupa ile hamiledir” sözünün 1920’lerde söylendiği ifade ediliyor. Halbuki Said Nursi’nin bu sözü Şeyh Bahid Efendi’ye söylediği tarih 1908’dir.

2- “Gelecekte İsevi Müslümanlar ortaya çıkacak” tabirinde bir terkip hatası var. “İsevi Müslümanlar” değil, “Müslüman İseviler” terkibinin kullanılması gerekirdi. Zira, Said Nursi’in kendisi de “Müslüman İseviler” tabirini kullanmıştır. “İsevi Müslümanlar” ortaya çıkacak, Müslümanlardan bir kısmı İsevi olacak anlamına gelirken; “Müslüman İseviler ortaya çıkacak” cümlesi, İseviler arasından bir takım insanlar Müslümanlığı kabul edecek demektir.

3- “Üniversitenin kurulmasını sağlamak için Sultan Reşat’a yaklaştı; sonuç alamayınca İttihatçılara muhalif bir siyaset izledi” cümlesindeki birinci hüküm akla yanlış çağrışımlar getiriyor, ikinci hükmün doğruluk mecali ise yoktur. “Sultan Reşat’a yaklaştı”, cümlesinin, “bir takım tavizler vererek ondan bir şeyler koparmak istedi” gibi olumsuz bir çağrışımı var. Said Nursi’nin sonuç almayınca İttihatçılara muhalif bir çizgi izlediği de doğru değil, onun, bütün gücüyle hiç bir vakit desteklemediği İttihatçıları belli ölçüde tolere ettiği söylenebilir.

4- “Risaleler üzerinde fiili yasak hiç kalkmadı” cümlesinde yazarın kastettiği mana anlaşılmakla beraber, bir nokta aydınlatılmazsa yanlış anlaşılmalara çanak tutulmuş olur. “Risaleler üzerinden fiili yasak hiç kalkmadı”, sanki söz konusu eserlerin sürekli yasak eserler olarak okunduğu intibaını vermektedir. Halbuki, bu eserler defalarca mahkemelerce berat etmesine rağmen, zaman zaman sanki yasak eserlermiş gibi muamele gördü. Tuhaf olan da bu değil midir?

5- “Şeyh Said İsyanı sırasında sorgulandı” ve “İstanbul’da ikamete mecbur kaldı” cümlesi de biraz muğlak. Şeyh Said isyanında tutuklandığı doğru, ama “sorgulandı mı!” Tutuklanma ve sorgulama ayrı şeyler. Bir de, bu cümleden, Said Nursi’nin sanki İstanbul’da uzunca bir müddet kaldığı gibi bir anlam çıkıyor. Said Nursi çok kısa bir müddet, bir veya iki ay, İstanbul’da tutulduktan sonra Barla’da ikamete mecbur edilmiştir.

Author


Avatar